gençlerbirlikli olmamın ve belki de daha önemlisi futbol küskünlüğünden sıyrılıp yeniden futbol sevmeye başlamamın en büyük sebebi, beni gençlerbirliği maçlarına götürmek için büyük bir gayret sarf eden ve sonunda başaran ömer abimdir. bu yüzden, gençlerbirliği’ni paylaşmayı sevdiğim en önemli insanların başında o geliyor.

ömer abimle daha önce eskişehirspor ve kayserispor deplasman kadrosunda yer almıştık, ki eskişehir’e yeğen alperen de bizlere eşlik etmişti ama, kağıt üstünde beşiktaşlı olmasına karşın futbola çok da fazla kafa yormayan, ortanca abim ömür ile hiçbir deplasman anımız yoktu. o yüzden birkaç aydır, 3 kardeş ve alperen’i yanımıza alıp şöyle güzel bir deplasman yapalım diye aklımdan geçirip duruyordum. planlar planları kovaladı ve sonunda sivas da karar kıldık ve günleri saymaya başladık. fakat son anda iş durumları nedeniyle ömür abimi kadrodan çıkartmak zorunda kaldık ve yerine fenerbahçe, galatasaray ve beşiktaş deplasmanlarında yanımda olan kuzen fahriye’yi 4 kişilik maç kadrosuna dâhil ettik. ömür abimin gelememe hüznünü bir kenara koyarsak, sivas deplasmanına oldukça deneyimli bir kadroyla yollara düşecek olmak mutluluk ve umut vericiydi!

6 mayıs 2016, cuma

cuma gününün büyük bir bölümünü, para kazanmak zorunda olan her ölümlü gibi iş yerinde geçirdikten sonra akşam “kamp” yapacağımız ömer abimlere doğru yola koyuldum. kampın en güzel yanı abimin hazırladığı nefis yemekler ve akabinde ufaklık zeynep’le bol kahkahalı muhabbetti.

deplasmanla ilgili olarak önümüzde duran en büyük sorun, maç günü sivas’ta hava sıcaklığının 13 derece ve yağmurlu olmasıydı. bilet alırken misafir takım tribününü, son gittiğim eskişehirspor deplasmanındaki gibi, şeref tribününün yanında olduğunu görünce, üstümüzün kapalı olacağı tahminiyle yüzlerimize bir tebessüm belirdi. fakat sonrasından yaptığım araştırmada üstümüzün açık olacağı gerçeğiyle yüzleşip yağmur yağmaması için dua etmeye başladık.

7 mayıs 2016, cumartesi

1992 avrupa futbol şampiyonasına sürpriz bir şekilde dahil edilen danimarkalı oyuncular gibi son dakikada kadroya aldığımız fahriye’yi otogardan almak için saat 6.30’da kamp yerinden ayrıldık ve böylece 25. deplasman da resmi olarak başlamış oldu.

durumunu öğrenmek için fahriye’yi aradığımızda otobüsün geciktiğini, bu yüzden de planlarımızı 1 saat ertelememiz gerektiğini öğreniyorduk. fakat zamanı geniş tuttuğumuz için herhangi bir sorun olmayacağı için gayet rahat ve huzurlu bir şekilde beklemeye başladık. saat 7,5’da fahriye’de arabaya atladı ve sivas’a doğru yola koyulduk.

günün sorusu elbette yağmur yağıp, yağmayacağıydı. ömer abim yola çıkmadan önce hava durumunu didik didik etmişti ve sivas’a 120 km kala yağmurun başlayacağını ve maç saatinde de yağmur yağacağı öngörüsünde bulunuyordu. bir umut, “yok, canım daha neler!” diye söylensem de, ilk 300 kilometrede havanın açık olması endişelerimi arttırmaya yetmişti. hele bir de, sivas’a yaklaştıkça yağan sağanakla yüzleşince, “tadını çıkartmaya bakalım!” diyordum.

ama sürpriz bir şekilde, şehre girdiğimizde yağmur durmuştu. stada doğru ilerlerken neredeyse tamamlanmış gibi görünen yeni stadyumun yanından geçtik. bal kovanını andırıyordu.

4 eylül’e ulaştığımızda stadın beklediğimden de küçük olduğunu gördüm. biz fahriye’nin geçici kartını alırken ömer abim duvardaki, “ömer abi seni çok seviyoruz…” yazısı yanında fotoğraf çektiriyordu!

turnikedeki polis memurlarından biri, hafta başından bu yana ilk kez güneş çıktığını söylediğinde çok şanslı olduğumuza karar verdik. içeri girdiğimizde kale arkalarının üstünün açık olduğunu, maraton ve şeref tribününün ise kapalı olduklarını görüyorduk. rakip tribünleri, muhtemelen takımın düştüğüne karar verdikleri için, oldukça boştu ve sadece karşı kale arkasının köşesinde ufak bir grup tezahürat yapıyordu.

tribünde bizimle beraber 3 tane de üniversite öğrencisi vardı. çağlar ve enis ankaralı, hasret ise izmirliydi. bundan önce gittiğim birçok deplasmanda ankara’yla hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen gençlerbirliği taraftarı olanlarla tanışmıştım ama ilk kez izmirli bir gençlerbirlikli ile tanışıyordum. nasıl gençlerli olduğunu sorduğumda, babasının 90’larda gençlerbirliği’nin oynadığı iyi futboldan ve daha da önemlisi renklerinden ötürü gençlerli olduğunu, kendisinden de babası yüzünden kırmızı-siyahlı olduğunu öğrendim. adının sivas katliamında öldürülen kürt alevi ozan, hasret gültekin’den geldiğini öğrenmek de oldukça enteresandı.

çağlar’ın bizzat kendisinin elle hazırladığı ve üzerinde “gençlerbirliği” yazan pankart çok güzel görünüyordu!

üzülmez, başakşehir maçına göre sol bekte uğur yerine halil ibrahim ve ileride oynayan el kabir yerine de orta sahaya serdar gürler değişikliklerini yapıp, stancu’yu en ileri koymuştu.

maça, yenilmesi durumunda küme düşmesi kesinleşecek olan sivasspor’un baskılı başlayacağını düşünsek de, alkarlar’ın oldukça akıllı ve baskılı oyununu izlemeye başladık. 17’de ahmet oğuz’un nefis ortası ve ahmet çalık’ın efsanevi kafa şutuyla öne geçtiğimiz an önce havalara fırladık ardından da “bitti bu iş!” diyorduk. çünkü gol sivasspor’un gardını iyice düşürecekti. öyle de oldu. kırmızı-beyazlılar neredeyse doğru düzgün pas bile yapamıyorlardı ve her geçen dakika tribünden gelen tepkiler artıyordu. ilk yarıyı 1-0 önde tamamladık. hava dâhil her şey yolunda gidiyordu.

devre arasında bol bol gençlerbirliği, ankara, sivas ve sivasspor hakkında konuştuk.

ikinci yarı başladığında sivasspor biraz daha baskılı oynuyordu ama bunun en büyük sebebi gençlerbirliği’nin garip bir şekilde “skoru koruyalım!” diye geri çekilip, ful savunma yapmasıydı. oysa üzülmez’in bu takıma kattığı en büyük artı, skordan bağımsız olarak sürekli rakibi önde karşılayıp oyununu bozmak ve gol aramaktı.

oyunu sürekli kendi sahamızda oynadıkça sivasspor’un da baskısı her geçen dakika artıyordu. 62’de korktuğumuz başımıza geldi ve aatif chahechouhe’nun golü ev sahibinin iştahını iyice kabarttı. adeta uyuyan devi uyandırmıştık. bu dakikadan sonra rakip yüklendikçe yükleniyor biz ise kaptığımız toplarla hücum yapmaya çalışıp oldukça kötü pas hatalarıyla topu rakibe teslim ediyorduk.

71’de gökhan süzen’in atılması, normal bir takım için avantaj olarak görülse de bizim için karın ağrılarının başlaması demekti. çünkü sezonun ilk yarısı 9 kişilik antep’ten 2 gol yiyip berabere kaldığımız ya da 4 yıl önce ankara’da 9 kişilik sivasspor’dan 90+2’de gol yiyip berabere kaldığımızı hatırlıyorduk.

tam da beklediğimiz gibi oldu. sivasspor daha da iştahlanırken, biz tüm ataklarımızı saçma sapan şekilde heba etmeye devam ediyorduk. uzatma anları oynanırken “neyse berabere bitti en azından” diye aklımızdan geçiriyorduk ki, ante’nin eline çarpan topla birlikte sivasspor tribünleri piyango vurmuşçasına havalara fırlıyorlardı. aatif kolayca ikinci golü de ağlara gönderdi ve tribünleri adeta yıkıldı.

stadyumdan ayrılırken hedefimizde ibrahim üzülmez vardı. çünkü takım ikinci yarı çok kötü baskı yiyordu, halil ibrahim’in kanadı sürekli s.o.s. veriyordu ve hem golü yemiş, hem de rakip 10 kişi kalmıştı ama üzülmez, ilk müdahalesini yapmak için 81. dakikaya kadar beklemişti. oysa geldiği günden bu yana yaptığı değişikliklerle oyunun gidişatını değiştirmiş ve hayranlığımızı kazanmıştı. ama bu sefer, nedendir bilinmez, ilk müdahalesini yapmak için bitime 9 dakika kalana kadar bekledi!

dönüş yolunda, tıpkı ilk yarısını 1-0 önde kapattıktan sonra ikinci yarı ful savunma yapmayı tercih edip beraberlikle ayrıldığımız ankara’daki galatasaray maçındaki gibi çok üzülecektim.