Görmeyenler olabilir, Bugün Cumhuriyet'te Bağış Erten'in yazısı.

"Yararlı" bir yazı, aşağı yapıştırıyorum.
Sevgiler

İlhan Cavcav’ı nasıl bilirsiniz? Cenaze namazını kılan imam için olabilir ama bizim için doğru soru bu değil. Önce başka sorular sormak gerek. Cavcav’ın ölümünü futbolumuz için bir kayıp olarak görüyor musunuz? Kendinizi nasıl tanımlarsınız: Cavcav-sever misiniz, sevmez mi? Birkaç arkadaşla bunları konuştuğumuzda aramızdan bir Fenerbahçeli şöyle bir tanım yaptı: “Seviyorum diyemem. Ama sevmiyorum demem de zor. Sorsan
nesini sevmiyorsun? Tanımlayamam. Ama sevmeye de bir gerekçe yok. Ne hissettiğimi pek anlamadım.” Türkiye’de futbolun neredeyse 40 yıldır aktörü olan, son 25 yılın ağırlıklı bir bölümünde önemli bir referans haline gelen, tarz yaratan, kültür oluşturan, hayatta her şeyden çok futbolu seven bir ikon için ne zor, ne karmaşık bir yorum değil mi? Ama cevaptaki gerçeklik payını da yadsıyamıyoruz, karmaşık duyguları da... İçimize sinmiyor, ama aksini de söylerken dilimiz dolanıyor.

Herkes geçti, o kaldı
Sanırım doğru soru şu: İlhan Cavcav’ı nasıl okumalı? Önce indirgeyerek bakalım. Memlekette bir salgın hastalık gibi her yeri fetheden ‘tek adam’ kültürünün, futbolumuzun her hücresine sinmiş ‘ilişkiler ağının’ bir parçası mı diyeceğiz sadece? Ya da Türk futbolunun kara kutusu mu? Sosyal medya acımasızlığında bunlar iltifat kalıyor. ‘Futbolun tüccarı’ diyen de var, ‘anasının gözü’ diyen de... Hatta beterleri de... Bunca yıla yakıştırılmayacak bir sertlik bu.
Övenlerin tanımları da tek değil, çeşitli. Duayen, büyük başkan, efsane, babacan, işini bilen, kadim kulüpçü... Cenazesinde bakanlar, başbakanlar, yani devlet erkânının tepesi de var ama onun belgeselini yapanlar bu memleketin namuslu akademisyenleri, aydınları da... Süleyman Seba’yla, Özhan Canaydın’la güzeller güzeli fotoğraflarını paylaşanlara rastlamak da mümkün, birileriyle ağız dalaşına girdiği görüntüleri dillere pelesenk etmeye çalışanlar da...
Buralara takılırsak birçok Cavcav bulmak mümkün. Herkesin kendi durduğu yerden tanımlayabileceği kadar uzun süre görev yaptı o. Herkes geçti, o kaldı. Futbolun en amatör, en naif günlerinin kahrını çekti; toprak sahaların, çamurların, buzların lanetini gördü. 1970’lerde kulübün dip noktasına da şahitlik etti ve dolu dolu kasalarla, Süper Lig bolluğunu da... Bire alıp ona sattığı günlerde alkışlandı, her canı sıkıldığında teknik direktör değiştirdiğinde eleştirildi, ama o hep sabit kaldı. Düşünün neredeyse 100 yıllık kulüp tarihinin üçte birinde o vardı. Sanki dünya değil de etrafındakiler döndü. Ne diyordu o pankart? “Gençler yaşlanır, Cavcav ölmez!”

Mirasa kim sahip çıkacak?
Bana kalırsa tanımlamaya çalıştıkça işin içinden çıkamayacağız, ama çok daha çok hatırlayacağız onu. Bir yanıyla 70’li yılların tutumlu esnafının belki de son temsilcisiydi o. Sorumsuz sorumlu yöneticilerin har vurup harman savurduğu, herkesin ucundan köşesinden bir şeyler tırtıkladığı, transfer paralarının ‘bal tutan parmağını yalar’ ilkesiyle harcandığı bir ülkede kasası dolu, eli sıkı, haddini bilen, oyuncu fabrikası gibi çalışan bir kulübün örnek başkanıydı. Ama aynı zamanda ‘ortalamanın’ yılmaz bekçiliğiyle tipik bir ‘düzen adamı’. Şampiyonluktan, sonuçlardan çok hassas dengeleri kolladı. Karanlık ya da aydınlık, camiadaki her figürle bağı vardı, Kulüpler Birliği başkanlığı yaptı ama muhtemelen 2003’teki travmanın sonucu (Mutlu Çelik’in kulakları çınlasın) şampiyonluğa belki hiç inanmadı. Unutmayın, bir ara takım doludizgin gittiğinde önce primleri nasıl ödeyeceğini düşünen, yeni yapılan fitness salonunun ışıkları açık kalmasın diye endişelenen birinden bahsediyoruz. Bu tip kaygıları başarılarına galebe çalan biri yani... Fakat, her durumda işini, futbolu, memleket hallerini iyi bildiği tartışılmaz. Çok sevdiği de…
İnsan merak ve kaygıyla bekliyor: Şimdi o özenle kurduğu kulüp bakalım nasıl yönetilecek? Uzun yıllar boyunca tane tane biriken o güzel taraftarın kulüple ilişkisi yeniden nasıl kurulacak? Kim temsil edecek yeni Gençler’i? Onun mirasına nasıl sahip çıkılacak?
Bunları daha çok konuşur, yazarız. Fakat şu gerçek değişmeyecek. Cavcav da gitti ve futbolun rengi biraz daha soldu. Bir yanı kara, bir yanı kızıl başkan! Toprağın bol olsun.