Aslına bakarsanız deplasmana gitmeyi sevmiyorum.
Çünkü yenilince dönüş yolu, kahır yolu oluyor.

İşte bu sebeple, bu sefer sadece maç izleme amaçlı değil, turistik etkinlikleri de içinde barındıran bir hafta sonu tatili olarak tüm aile gittik Karabük'e.
Evet, deplasmanda olmak gerçekten zor iş.
İnsana gurbetin ağırlıka yalnızlık kokan sızısını iliklerine kadar hissettiriyor. Her ne kadar takımımız -son 15 dakika hariç- kendi evinde oynar bir alışkanlıkla oynasa da trübündeki bizler evimizin rahatlığını arayıp durduk. Stadın en ücra köşesine sıkıştırılmış, takım ile gönül bağı kesilmiş bir deplasman trübünü, bir Anadolu stadı daha.
Her ne kadar trübünleri yeni olsa da, deplasman takımının misafirden ziyade mülteci olarak algılandığı yurdum şehirlerinin sıradan bir örneği idi Karabük Dr. Necmettin Şeyhoğlu Stadı.
Deplasmanın nadir, görece iyi noktalarından birisi de güvenlik tedbirlerinin Ankara'daki kadar boğucu olmaması. Genelde size Öcü gibi muamele edilmiyor, ve hatta yerel polislerle takımların son durumu hakkında yapıcı sohbetler bile yapabilmek bir nebze rahatlatıyor insanı.

Maça gelince;
Sesimin hiç bu kadar kısıldığını hatırlamıyorum. Tüm gücümle hakemin verdiği kararları protesto ederken ev sahipi trübünlerin memnun halleri insanı yiyip bitiriyor.
8. Yaşındaki kızım Irmak yine de faturayı bana kesti:
''Baba, sen hakeme Acemi Hakem diye bağırdın o da kızdı bizim takıma ceza verdi'' şeklindeki açıklaması belki de gecenin en güzel ve en akla yatkın özeti idi.
Belki kazanabilirdik, en kötü ihtimalle berabere bitecek bir maçı inanılmaz bir şekilde kaybettik.İyi oynayan-kötü oynayan karşılaştırmasından ziyade ''hakem şansı'' yanında olanın kazandığı bir maç oldu. 3 puandan daha çok bir hafta boyu yapılan hazırlıkların, onca çabanın heba olması üzüyor insanı.
2. kez gittiğim Karabük deplasmanından 2.kez yenilgiyle döndük. Ancak bu kez güzel olan taraf, tüm aile eşrafının bu hüznü paylaşması ve hak etmediğimiz bir yenilgi yaşadığımızın ortak bir düşünce oluşturmasıydı.