benim için taraftarlık bugüne kadar eğlenceli bir aktivite oldu. tribüne her defasında heyecanla gittim. bizim takım genelde kötü dönemler geciriyor bilirsiniz. en son ne zaman bir maça "kesin kazanırız" diyerek gittiğimi hatırlamıyorum. ama takımın başarısı(zlığı), benim maça gitme keyfimi hiç değiştirmedi. üstelik artık keyif alamadığım son iki sezon, önceki sezonlara bakıldığında başarılı bile sayılırız. beni tribüne bağlayan en önemli şey, gençlerbirliği tribününün sunduğu keyifle maç izleme ortamıydı. yani maç keyifli olmasa bile (ki çoğu maçta keyifli olmadı ) o tribünde olmak, o tribündeki duyguyu, sevinci, öfkeyi ya da üzüntüyü sevdiğim insanlarla yaşamak, hadi maç çıkışı genelde kederden bazen sevinçten demlenmek benim için vazgeçilmez bir hafta sonu eğlencesiydi. maratona geçtiğimiz 10 yıldan beridir de, toplasanız askerde olduğum 6 ay haric 10-15 maçtan fazla kaçırmamışımdır. ama tribün öyle bir hal aldı ki, sinirimi bozacak o kadar çok şey oluyor ki, artık maça neden gittiğimi sorgular oldum. yani gidişat ortada, her geçen hafta futbol sevmeyen taraftar kılıklı herifler tribünde yeni bir ilke imza atıyor. ilk başta kendi aralarında tekme tokat kavga ettiler, sonra oyuncu yuhaladılar, arada küfürlü tezahürat yükseldi, sonra rakibe sardılar, döndüler kendi taraftarlarına dayılandılar. her geçen gün sınırlarını zorlayıp yeni bir ilke imza atıyorlar. bu duruma daha fazla tahammülüm kalmadı. zaten polisler, rakip taraftarlar, medya ve kulüp yönetiminin yaptıkları yeterince asabımı bozuyordu, yeni bir stres kaynağı ile karşılaşmayı hiç istemiyorum. gerek yok