dün hocamızın maç hakkındaki demeçlerini okudum da; hocamız biraz konuya vakıf değilmiş gibi geldi..
oynadığımız ağır tempolu, gamsız futbolumuzdan dem vurarak -herhalde- "şevkimizi ve arzumuzu hiçbir zaman kaybetmedik" "adrenalin bizim gıdamız, onuda kaybedersek yaşayamayız" gibi şeyler söylemiş..

yazık ki ne yazık..
bizim söylediğimiz şey çok açık ve bir çocuğun bile ilk bakışta göreceği şeyler.. özetle:
yahu bu takım orta sahası zayıf, güçsüz, kabiliyetsiz bile değil.. kimse yok kimse..
kabiliyetli veya çabalayan bir kimse olsa doğa'nın o yaşta koşmaktan, debelenmekten lifi niye atsın?.. bu yaşta bunu dert edinen bir adam bu kadar koşmak zorunda niye kalsın?.

o halde sen bırakacaksın tv'de gördüğün takımların orta sahalarını, sen kendine bakacaksın: ben bu vaziyette ne yapabilirim?. onu konuşacağız..
bir duayenin oluşturduğu bu orta sahamızdan top yapmasını, oyun kurmasını veya oyunu çevirmemizi beklemek cahillikten başka bir şey olamaz..
bütün maçlar orta sahada kazanılıyor veya kaybediliyorken; naapalım bizimde bu sene orta sahamız böyle kurulmuş..

onun için bırakalım gazı, mazotu, adrenalini vs.'yi falan..
zayıf bile olamadığımız, yokları oynadığımız orta sahamıza bozmak ve oynatmamak görevini verip; -bunu yapabilirler-
"hiç olmadığımız bu bölgeyi çabuk geçecek, mümkünse bu ortadaki kara deliğe hiç uğramadan topu ileriye aktaracağımız oyun planları üzerine yoğunlaşalım" derim ben..

çok mu karışık oldu?.
daha basit: -sağdan sola- el kabir, stancu ve irfan can kahveci'den oluşan forvet hattını biraz daha geriye çekip, -orta sahaya değil, defans bloğuna yaklaştırıp- defanstan uzun toplarla bişeyler çıkarmaya bakmak..
1930'ların taktiği.. rakip salaksa tutar.. akıllıysa beraberlik garanti..
böyle futbolmu olur?. olmaz ama maalesef buna üç hafta katlanacağız..