İlhan Cavcav’ı 38 yıllık başkanlığında son 10 yılıyla değerlendirirseniz, çok sayıda hata ve günahı göreceksinizdir. Ancak başkanlık yaptığı 38 yılın sonunda geriye, şahane tesisleri, işleyen bir altyapısı olan, ekonomik olarak belki aza tamah eden ama kendi ayakları üzerinde duran bir camia bıraktı. Sadece o da değil, bu kulübün sonsuza dek yaşaması için ne yapması gerektiğini bazen laf arasında söyledi, bazen de gösterdi.

Takım giderlerini hep düşük bir seviyede tuttu, ayakta kalmayı, başarılı olmanın önüne koydu, çünkü defalarca dinlediğimiz “Ankara Tava” hikayesindeki gibi yokluk zamanlarından geliyordu. Gençlerbirliği’ni 90larda başarıya taşıyan yabancı transferi, 90ların sonunda altyapıdan çıkmaya başlayan oyuncuları, 2000lerin başında doğru yerli-yabancı transferleri ve Ersun Yanal tercihi oldu. Belki hepsini bir arada yapmayı çok iyi başaramadı ama dönem dönem kulübün saygı görmesini sağlayacak şeyleri de akıl eden Başkandı! Tarık’tan aldığı parayı 5 oyuncuya yatırmak yerine tesisleşmeye harcadı. Bir oyuncu satışı ile bir gelecek kurdu.

Gençlerbirliği tribünleri hep “farklı” olarak gösterildi, evet farklıydı çünkü bu farklılığın doğmasını sağlayacak bir ortam vardı. Cavcav’ın başkanlığı döneminde tribüne rantın sokulmaması (ya da çok az seviyede tutulması) bu farkın doğmasını sağlayan etkenlerdendi. O yıllarda bütün takımlar “paralı asker taraftar grupları” yaratırken, Cavcav bunun hep karşısında durdu. Bu konularda hakkını ödeyemeyiz. Ayrıca hepimiz biliyoruz ki, bu takımın babası gibi, her deplasmana giden, takım için her şeyi yapan bir başkandı. Çalışanının hakkını ödeme konusunda dürüst bir kulüp sistemi yarattı, defalarca konuştuğumuz, site için, gencler.org için röportaj yaptığımız futbolcular, ağız birliği etmişcesine diğer takım oyuncularına göre az kazandıklarını ama kafalarının rahat olduğunu söylediler. Hiçbir oyuncunun, emekçinin alacağını bırakmadı, Gençlerbirliği adını FİFA soruşturmalarına konu yapmadı.

Özellikle son 10 yılını çok tartıştık. Sırf ucuz olduğu için yapılan anlamsız yabancı transferleri, teknik direktörlerin aleni biçimde işine karışması, zamansız yapılan futbolcu satışları, taraftarı hiçbir zaman muhatap almaması hatta yok sayması, bazen taraftar için onur kırıcı ifadeler kullanması, destek isterken Gençlerbirliği taraftarı ifadesi yerine Ankaralı ifadesini tercih etmesi, etrafındaki birkaç adamı tüm taraftarın başı sanan zihniyeti hepimizin asabını bozdu. 2006’daki Genel Kurul’da olanları, belli başlı sevimsiz kişileri kulüpte tekrar tekrar istihdam etmesi, asla kabul edilebilecek şeyler değildi. Zaten bu kadar hatanın sonunda kulüp zamanla 2001-2006 seviyesinin çok altına düştü, sıradanlaştı.

Son 10 yılda Cavcav’dan hiç mutlu değildik ama hiçbir zaman Gençlerbirliği sevgisinden şüphe etmedik. İyi yapıyordu, kötü yapıyordu ama ne yapıyorsa, Gençlerbirliği’ni sevdiği ve düşündüğü için yapıyordu. Açıklamalarından Fener’e bulaştığı ya da teşvik primini onayladığı “sansasyonel” cümleleri attığınızda, hep Gençlerbirliği’nin sonsuza dek yaşaması için neler yapılması gerektiğini anlatıyordu. Stad yapmak, Gençlerbirliği Koleji kurmak hayalleri arasındaydı. Asla 3-5 pahalı transfer için Kulübün geleceğini tehlikeye atacak bir başkan olmadı. İlhan Başkanın yönetim mantığıyla “belki başarısız kaldık ama asla kulüpsüz kalmadık!”

Bugün futbol büyük bir finansman oyunu, karşımızda dev gibi İstanbul takımları, ait oldukları şehrin önde gelen iş adamları tarafından finanse edilen şehir takımları, belediye gelirleri ile nemalanan ucubeler, sırtlarını dayadıkları siyasi irade tarafından takviye edilen şirket takımları var. Burada olmak, burada kalabilmek bile Gençlerbirliği gibi kendi yağında kavrulan bir camia için az şey değil! Hatta üzerine biraz dikkatli düşündüğümüzde, bizim sıradanlaştığımızı düşündüğümüz bugünlerde bile, bu ligde olabilmek başarı olabilir.

Tüm günah ve sevaplarını da bir yana bırakıyorum. 2012’de Samsun deplasmanına giderken TŞÖF’de karşılaşıp, yanına yapılmayan transferler nedeniyle hesap soran bir tavırla gittiğimizde “çocuklar ne kadar stad kirası veriyoruz biliyor musunuz?” ile başlayan babacan konuşması bile, o’nu içten içe sevmek için bir nedendi. Geçen sene gazetecilik yaptığını zanneden bir kendini bilmezin, kendisine karşı tutunduğu çirkin tavra, biz İlhan Cavcav muhalifleri olarak müdahale edip karşı çıktık! Çünkü O bizim İlhan Cavcav’ımızdı, kendimiz kızabilir, söylenebilirdik ama bunu başkası yaptığında, üstelik üslubu tutturamadığı, gerekli saygıyı göstermediğinde, hep beraber arkasında durmayı da bilirdik. Aynı hissiyatla defalarca İstanbul takımı taraftarlarına karşı da koruduk.

Şimdi hepimiz bir telaş içindeyiz. “Acaba ne olacak bu kulübün hali?” sorusu hiç olmadığı kadar çok seslendiriliyor. Cavcav’ın yönettiğinden daha iyi yönetilebileceğini bilsek de, O’nun kadar kulübe bağlı, varıyla yoğuyla Gençlerbirliği için çalışacak biri mi gelecek, yoksa kulübün kaynakları ve ismini kendi adına kullanacak biri mi olacak diye endişeleniyoruz. Yani aslında şimdiden O’nun eksikliğini hissediyoruz. Mekanı Cennet, toprağı bol olsun!

Edit: samsun deplasmanı 2011 (maksut'a teşekkür)