erdem'in yazısı

18. yüzyılda, artık Avrupa’nın daha ileri bir medeniyet olduğunu kabul etmek istemeyen Osmanlı sarayı gibi bir yönetime sahip olmanın acılarını çekiyor Gençlerbirliği son 10 yılda. Geçmişte tıkır tıkır işleyen bir imparatorluk sisteminin, kazanılan savaşların, kazanılan toprakların gözleri boyadığı, nasıl olsa Allah bizim yanımızda gavura karşı diyerek bilinenlerin okunduğu Osmanlı! Avrupa neden ilerliyor abiler, ablalar diye kendine dert edinmeyen, farkında olunan yeniliklere de bize uymaz diyerek sınırlar dahiline sokulmasına izin vermeyen, hala eski yöntemlerden, kazanılacak savaşlardan medet uman, ama başka şeyleri değiştirmeden artık savaş da kazanamayacağının farkında olmayan o köhnemiş, zamanın ruhuna sırtını dönmüş muhafazakar yönetim anlayışı.

Ne çok tanıdık şu tanımlamalar bir Gençlerbirliği taraftarı için! Köklü ve başarılı geçmişine rağmen 1970′li yıllarda dibi boylamış, sahipsiz kalmış, amatör kümeden ve hatta kapanmaktan kılpayı kurtulmuş bir kulübe başkan bulma çabalarının ürünü olan İlhan Cavcav ve onun ülkedeki herkesin ağzına pelesenk olmuş “başarılı” yönetimi! 1983′te tekrar 1. lige yükselişle birlikte, İlhan Cavcav’ın ülke futbolunu iyi analiz etmesi ve tüccar aklını da işin içine katınca, antrenman yapacak sahası olmayan bir kulüp, ülke futbolunda yeniden esamesi okunan, kasasında ciddi bir miktar para bulunduran, uluslararası standartta tesislere sahip olan, futbolcuların maaşlarını düzenli olarak ödeyen, “gıpta ile bakınan” bir kulübe dönüşüyor. 2000′li yılların başında kazanılan Türkiye Kupası, şampiyonluk yarışına girilen ve ardından UEFA Kupası’nda efsaneye dönüşen sezonlar! İlhan Cavcav tarzı futbol kulübü yönetim anlayışının, futbolun ülkedeki rotasıyla uyum gösterdiği, fark yarattığı yıllar!

Her şeyin, tek bir kişinin ağzından çıkacak lafa göre yürütüldüğü organizasyonlar, bazı dönemlerde üstün başarı gösterseler bile, bu başarıların sürekli kılınması için gerekli olan dinamizme, devrimciliğe sahip değillerdir. Dışarıda şartlar değişirken, hala “ucuza alıp pahalıya satma” tasasında olan İlhan Cavcav’ın eseridir son 10 yıldaki dibe sürükleniş. Kulüplerin elde ettikleri gelirlerin çeşitlendiği, bir maçtaki galibiyetin bir futbolcu satışındaki kadar para getirdiği, üç istanbulluya bonservis ücreti karşılığında oyuncu göndermenin zorlaştığı ve en önemlisi de tüm bunların farkına varabilen diğer kulüpler kadro kalitelerini her sezon güçlendirirken, yerinde sayan İlhan Cavcav! Oyuncuları, teknik ekibi, taraftarı her sezon başında iddiasızlığa, motivasyonsuzluğa mahkum ediyor bu zihniyet ve haliyle yalnızca o motivasyonla yapılabilecek sıçramayı da hiçbir sezon gerçekleştiremiyor takım. Ve her başarısız sezon, her satılan oyuncu, camiadaki bu psikolojiyi perçinliyor. İçinden çıkılmaz bir hale bürünüyor. Her yıl takıma gelip giden onlarca futbolcunun verdiği maddi zarar da cabası.

Ve geçtiğimiz sezonki Fuat Çapa örneği de, Avrupa’dan, bari bir iki reform yapsın diye getirtilip, Humbaracı Ahmet Paşa yapılan Fransız Comte de Bonneval’i hatırlatıyor. Köhne düzen içerisinde orduda reformlar yapmaya çalışan, biraz yapabilen ama ölümünden sonra yaptıkları da eski düzenin sembolü Yeniçeriler tarafından yerle bir edilen bir acayip adam. İşte size Fuat Çapa’nın Gençlerbirliği kariyerinin özeti!

Bu kulübün önünde iki seçenek var. Ya aynı zihniyetle devam edip, bu sene ya da en geç önümüzdeki birkaç sene içinde küme düşüp, devamında da paraşütsüz olarak dibe doğru serbest düşüş yaparız, ki bu sefer 1970′lerdeki gibi cengaverliğin, fedakarlığın pek de fayda etmeyeceği piyasa düzeni içerisinde kaybolup gitmekten kurtulamayız. Ya da kulüp en kısa sürede kulüp üyeliklerini açık hale getirir (yıllardır üyelik başvurusunun onaylanmasını bekleyen taraftarlar biliyorum), isteyen taraftarın, aidatını yatırdığı, toplantılara katıldığı müddetçe kulübe üye olmasına izin verir, şeffaf ve demokratik seçimlerle birlikte kulüpte bir yönetim değişikliği olur ve bu dinamizmin sürekli kılınmasıyla birlikte, kulübün sahip olduğu potansiyel en efektif şekilde kullanılır.

Kurtuluş için tek reçete budur. Bunun dışında, köhne zihniyet dahilinde yapılmaya çalışılan her adım, bu kulübü her anlamda geriletmeye mahkumdur. Bu kulübün efsane adamlarından, 1970′lerde Hasan Şengel’le birlikte kulübü ayakta tutmaya çalışan Yavuz Yalçınkaya’nın da dediği gibi, “Gençlerbirliği’nin para babalarıyla falan işi olmamalı, genç beyinlerle işi olmalı.” O genç beyinlerin kulübe getireceği dinamizmden, devrimcilikten başka da bir yol yoktur!

http://erdemceydilek.wordpress.com/2...baska-yol-yok/