-
kapitalistin bizi farketmesi uzun sürmedi..
hatırlayan olursa, geçtiğimiz dönemde bir tartışmamız vardı. kuzey afrikanın hazır olmadığı halde sisteme dahil edilmesi üzerine. ve yine o tartışmada savımızı dayandırdığımız tespitimiz; seksen krizini çözmek için ortaya atılan tedbirlerin aslında kendisinin kriz olduğu ve şu anda çok daha büyük bir krizin yaklaşmakta olduğu üzerineydi.. kapitalist alışılagelmiş sömürü düzenini idame ettirebilmek için kan, göz yaşı ihtiva eden şiddetli nöbet evresine girmişti.
gelinen noktada ise artık sadece biz değil, bütün dünya küresel bir krizin kapıda olduğu ile ilgili serzenişte.
dellenmiş gibi sağa sola saldıran her taşın altından, her kuytuda kalmış piyasadan beslenecek bir şey çıkarmaya çalışan, gittikçe artan ve bir türlü önleyemediği şiddetli açlığını giderecek, daha önce görmediği yada görüpte ilgilenmediği pazarlara daldi. işte tamda bu noktada çok büyük kalabalıkları oluşturan coşkulu, ihtiraslı, fakir ama tutkuyla bağlı taraftarları farketti.
"futbol bir endüstridir" dediler.. aşk nedir bilmiyor ki..
zaten aşk dediği anda işin içinde para da olmuyor.. bizim taraftar değil, müşteri olabilmemiz için futbol aleminin duygusal ortamdan çıkarılıp, piyasa ortamına dahil edilmesi gerekiyordu. bu güne kadar her girdiği ortamda ilk yaptıkları şeyi yaptılar. mekansal manevralarına olanak tanıyan hukuki düzenlemeleri peşpeşe hayata geçirdiler.. gerekçeleride aynıydı. insana saygı, müşteri hizmetleri, güzel günler gelecek, güneş doğacak falan.. bizim kendilerinden böyle birşey istemediğimiz halde onlar gelişen ve büyüyen dünyada futbolun çok gerilerde kaldığını ve yeniden popüler hale getirilmesi safsatasıyla planlarını işlemeye başladılar..
artık sponsorlar, reklam vericiler ve reyting sevdalısı yayıncı kuruluşlar piyasaya girebilirlerdi.
ilk futbol yorumcuları ekonomistlerdi zaten..
ve bunlar girdikleri her piyasada, her ortamda yaptıkları gibi; sanki oranın uzun yıllar müdavimiymiş gibi davranıp, nereden geldikleri bilinmiyormuşçasına bir duayen havasıyla bizim gözümüzle gördüğümüzü bize anlatmaya başladılar.. anlattıkları şeyin yeni olduğuna inanmamız için yeni kelimelerle yeniden yorumlayarak..
bari basitçe türkçeleştirip, ne anladığını anlat.. çünkü biz öyle yapmıştık..
riht-back dedikleri oyuncuya biz yarı türkçe yarı ingilizce sağ-bek demiştik.
center-half ingilizce okunuşunu anladığın gibi türkçe yaz: santraf.. orta sahanın ortasında oynayan oyuncumuz.. oyun kurar, hücuma katkı verir, savunma yapar..
yok yok öyle değil o merkez orta saha dediler.. ne demek istediklerine kendileri bile dikkat etmediler.. merkez orta saha ne demek?. bu adamlar tahtaya çivileri çakarak oynadığımız futbol oyunundaki çividen imal oyuncular değilki.. bu adamlar yerine çivi gibi çakılmış değil ki, neden nokta tarifi yapıyolar? o güne kadar hiçde dikkat etmemiştik biz bu oyuncuların sahadaki konumlarına.. biz onların bulundukları bölgede takımımız için yapabildiklerine, katkılarına bakardık. adamın baktığı yer başka. bir ekonomist gibi kategorize ediyor..
merkez santrofor diyor yahu..
ulen bu dediğin center-forvet.. biz anlamışız santrafor.. ne güzelde türkçeleştirmişiz. çokda güzel anlatıyor derdimizi.. ileri üçlünün, yani forvet hattının ortasındaki oyuncu.. yıllar içerisinde söylene söylene kabul görmüştü golcümüzün konumu..
forvet hattının sağında ve solunda oynayan oyuncuların mevkilerini tarif eden tanım tamamı tamamına bize ait işte.. sağ-forvet ve sol forvet diyemediğimiz için, sağaçık ve solaçık demişiz.. karışma bi..
karışmadan dururmu?. illa bizi başka bir şey izlediğimize inandıracak.. kanat o dediler.. sağ kanat, sol kanat.. merkez kanat var mı? -kendi mantıklarıyla-.. hadi cevap ver..
izlediğimiz şeyin yeni bir şey olduğuna inandırıldıktan sonra, bize takımlarımıza o güne kadar verebildiğimiz yegane şey bilet parasıyla yetinmeyip, daha fazla katkıda bulunmamız için, forma almamız, atkı, hediyelik almamız tavsiye olundu.. piyasa şekillendi.
bu muhteşem organizasyonu izlemek herkesin kӑrı olamaz, bir ayrıcalığınız olmalı, decoder alın dediler.. onca forma, atkı, kombine almışız. decoder mi almayacağız?. onuda aldık ve başladık kendi paramızla reklam izlemeye.. satılan decoder sayısını nispet tutup sponsorları sisteme çektiler.. decoderciden çarptıkları yayın gelirlerini de sistemin kendi kendini devam ettirebilmesi için kulüplere akatarmanın yolunu inşa ettiler.. kulüpler, –pardon- bizim kulüp dediğimiz, onların şirket dediği kuruluşlar yönlerini yukarı çevirdikçe teşvik edildiler.. heyecanı arttıranlara, daha çok taraftar –gene pardon- daha çok müşteri çeken kulüpleri ekstra paralarla ödüllendirme yoluna gittiler. topu fazla şişirdiler.. artık sistem çalışmaya başladı.
sistem çalışmaya başladı da; anlaşıldığı üzere canımız kadar çok sevdiğimiz, her şeyin üstünde tuttuğumuz kulüplerimiz artık bizim biricik sevgililerimiz değil.. parayı başkasından alıp, bizim yanımıza uzanmasını beklemek en basit tabiriyle hayalcilik olur.. o kadar uzaklaştılarki bizden, artık onların sırtında taşıdıkları kulübümüzn forması ama numaraları kendi numaraları.. yani bu gün burada, yarın başka bir yerde olacak olan serbest meslek erbapları..
eskiden sırtındaki forma, takımın numarasıyla sabit ve tekdi.. o formayı o pazar giyebilmek için takım içi kıyasıya, gizliden gizliye bir mücadele vardı..
sayımız azdı. bazen sevgilimize kızar yanlışa sürüklenip küfür ederdik(!) sahadan duyulduğunu bilirdik. oyuncular değil küfrün geldiği yere bakmak, sanki bize gelmesin diye sırtını döner, küçülür, yere bakardı.. çünkü biz velinimettik. velinimetin her zaman haklı olduğu öğretilmişti onlara..
şimdi gene küfür ediyoruz(!) oyuncuda dönüp bize küfür ediyor.. çünkü parayı başka yerden alıyor.. bize ihtiyacı kalmadı artık.. onlar edindikleri nispetsiz kărların tadını çıkarıp, lüks konutlarına, pahalı arabalarına ve konforlu yaşantılarına daldılar..
bize tek tek ihtiyacı kalmadı desek daha doğru olacak.. çünkü kafeste çok daha büyük ve her geçen günde büyüttükleri bir sürü var..
biz müşteri değil taraftarız. biricik sevgilimiz takımlarımızı bize decoderle izlettiremekten vaz geçmelisiniz. parasını beş beş vergi olarak verdiğimiz açık kanallardan maç izlemek en doğal vatandaşlık hakkımızdır. takımımızda yeralan oyuncularımızın kendi numaralarını taşıdığı kendi formaları olamaz.. takımın forması olur ve onun da sahibi benim. o formayı, o hafta kime vereceğimi oyuncunun kendi performansı belirler.. en güzeli sevme hakkı aşkımdan kaynaklanıyor.. formanın sahibi benim. kime verdiğimi görmek, layıkıyla taşındığını bilmek için stada girerken pasolig almak da neden?.
endüstriyel futbola kızgınlığım ve onunla olan kavgam buradan başlıyor.. ve sürecek..
Konu MehmetGUNER tarafından (05-Jan-2017 Saat 14:28 ) değiştirilmiştir.
-
"Hassa mimarların başı Sinan'a buyruğumdur: ........ marangozluktan ve binâ ilminden habersiz, ehil olmayan kişiler ellerine arşun alup mîmârlık etmekte ................. (29 Haziran 1572, Sultan ll. Selim)"
valla mimarbaşı buyruğu alınca naaptı bilemem ama ben kısaltırken bile iki kere düşündüm.. inşallah bi karışma la, bırakta bildiğimizi yapalım bize transfer lazım dememiştir.. yok yok dememiştir..
pekii neden hünkarımın izni olmadan alıntıladım bunu?. kellem kaşındığından değil, durum vahimde ondan.. yahu arkadaşlar stadlar da camiler gibi yönü olan yapılardır..
buranın manzarası güzel, yada vatandaşlar şu yoldan yaklaşacaklar diyerek camileri o yöne, o manzaraya veya yaklaşmaya çevirebilirmisiniz?. mihraptan geçen aksın kıbleyi göstermesi lazım.. e bittii.. bundan sonrası hikaye..
acaba ben mi yanlış gördüm diyerekten, uzun süredir gözlemlediğim bir şeyi dün tekrar izledim; yok valla hatanın bu kadarı da biraz fazla oldu.. son yapılan stad binalarının çoğunun yönü yanlış.. güneş ışınlarının yönü hiç dikkate alınmamış.. gündüz maçı oynanamaz.. ancak güneş battıktan sonra müsabaka oynanacak hale gelir.. gece stadı..
başakşehir stadı da bunlardan biri.. yeni yapıldı.. gene dikkat ettim yedek kulübeleri güneşe karşı palanlanmış.. maç boyunca abdullah avcı ve yardımcıları ve kulübedekiler ellerini gözlerine siper ederek maçı izliyorlar.. şöyle anlatayım: bilmem kaç tarihinde yapılmış trübün kapatmanın gölgesi taç çizgisine paralel düşen ve yönü doğru olan 19 mayıs stadını gözünüzün önüne getirin; hah bu stadda kulübeler kapalının değil de maratonun önünde yer almış gibi.. kulübedekilerin bizim gibi stadın üstünden değilde; sahanın kenarından baktığını düşünürseniz durumun vahameti ortada..
soğuk iklimde yapıldığı için alttan ısıtması bulunduğu üzre, sürekli övgüler alan sivasspor stadında durum daha da vahim..
bu stadda da kaleci eliyle gözüne siperlik yapıyor.. takımın biri bir yarıyı güneşi arkasına alarak oynuyor, ikinci yarıda diğer takım güneş avantajını elde ediyor..
yani her devre biri yokuş aşşa oynuyor sanırsın..
bunca masraf, bunca emek, bunca zaman kaybı.. kimse bakmıyormu bunlara anlamadım gitti..
yada; bir cami tasarlamaya, bir stad tasarlamaya, bir otel tasarımına nereden başlarsın mübarek?
illede II. selim mi uyaracak?. nazikçe..
Konu MehmetGUNER tarafından (20-Feb-2017 Saat 11:35 ) değiştirilmiştir.
Yetkileriniz
- Konu Acma Yetkiniz Yok
- Cevap Yazma Yetkiniz Yok
- Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
- Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
-
Forum Kuralları
Paylaş