Biz (tüm ülkedeki futbolseverler), "Sarı Öküz Hikâyesi"nde olduğu gibi bu maçı "Temmuz 2011" olayında kaybettik. Sarı öküzü daha o zaman vermiştik. Kendi adıma bir öz eleştiri yapacak olursam, aslında tribünü ve Süper Lig maçlarını stadyumda ve televizyonda izlemeyi daha o zaman bırakmalıydık. Ama yok "takım sevgisi", yok "takımı sahada yalnız bırakmama", yok "takıma sahip çıkma" falan filan derken, bu rezalete göz yumarak görmezden gelip stadyumlara gitmeye ve televizyondan izlemeye devam ettik. Bu rezillik karşısında biraz da kaba kulüp şovenizminin de etkisiyle sessiz kalarak ya da sesimizi yeteri kadar çıkarmayarak bir anlamda çanak tuttuk ve destek sağlamış olduk; adeta meşruiyet kazandırdık.

Geldiğimiz bu noktada ligin açık ara şampiyonu olan takım UEFA tarafından "şike zanlısı" olarak görüldüğü için geçen sezon Avrupa Ligi'nden ihraç edildi; önümüzdeki sezon da Avrupa Şampiyonlar Ligi'ne katılamayacak. Aldığı hapis cezası Yargıtay tarafından onanmış olan kulüp başkanı bir kahraman edasıyla ortada geziyor ve ona adeta "tapan" yöneticiler, futbolcular, taraftarlar ortada hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey yaşanmamış gibi hep birlikte çılgınca şampiyonluk kutluyorlar. Ligi ikinci bitirme ihtimali olan bir takım da iki sezon Avrupa kupalarından men edildi. Önümüzdeki sezon da ne olacağı belli değil... Yöneticileri, teknik direktörü "şike zanlısı" olarak tutuklanan ve hatta bazıları mahkum olan takımın o zamanki başkanı şimdi Futbol Federasyonu Başkanı koltuğuna oturmuş; bu rezaleti bir güzel akladıktan sonra E-Bilet, PASSOLİG saçmalıklarıyla, yaptıklarının üstüne bir de tüy dikiyor. "Şike zanlısı" olarak görülen birçok kulüp, "sahaya yansımadı" denilerek elini kolunu sallaya sallaya Süper Lig'de oynamaya devam ederken; soruşturulan, tutuklanan, mahkum olan birçok yönetici ve futbolcu da hiçbir şey olmamış gibi görevlerine ve futbol hayatlarına devam ediyorlar. Biz de hiçbir şey olmamış gibi "takıma destek olma" adına maçlara giderek 2011 rezaletine meşruiyet kazandırmaya devam ediyoruz. Her şey unutuldu gitti. Bunları hiç yaşamamış gibiyiz ya da bunları yaşayan biz değiliz de başka bir ülkenin insanları... Hani derler ya, "Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür!"

Ama artık bu iş kabak tadı verdi ve ben bu rezil ortamdan çok sıkıldım. E-Bilet ve PASSOLİG rezaleti belki de bardağı taşıran son damla benim için... Kısacası cuma akşamı birçok taraftarla birlikte ikinci yarısı başlayınca stattan çıktığım Gençlerbirliği - Bursaspor maçı benim için bu sezonun son maçı oldu. Antalyaspor maçında da, önümüzdeki sezonda da yokum. Benden PASO!

Benim kişisel kararım ve duruşum böyle... Önce futbolseverim, sonra taraftarım. Futbolun katledildiği, adeta ırzına geçildiği bu rezillik hiçbir şey olmamış gibi devam ettiği sürece sırf takım sevgisi adına görmezden gelme oyununu daha fazla sürdürmek istemiyorum. Daha önceki bir mesajımda da belirttiğim gibi her insan ayrı bir dünya ve herkesin takım sevgisi, anlayışı kendine göre... Kimsenin takım sevgisini nasıl göstereceğini/göstermesi gerektiğini sorgulayamayız. Maçlara gitmek, PASSOLİG kartı almak isteyen arkadaşlara da kimse bir şey diyemez. Herkes kendi vicdanına, kalbinin sesine göre istediği gibi düşünmekte, istediği gibi davranmakta özgür...