Giriş

Orjinalini görmek için tıklayınız : İlhan Cavcav'ı yazıyoruz



serkan_gungordu
23-Jan-2017, 15:45
İiyi ya da kötü, seviyoruz ya da nefret ediyoruz, hiç fark etmez. Tüm alkaralar'ı bir kutsal göreve davet ediyorum. herkes bu başlık altında, kendi zihnimizdeki ilhan cavcavı yazsin diyorum. Bilgi, anı, olay her ne varsa, bu sayede o'nu hem daha iyi tanımış, hem de daha iyi tanıtmış olacağız. ilk kez adını ne zaman duyduk, ne zaman üzdü, ne zaman sevindirdi ve ne zaman kızdırdı. üşenmeyelim yazalım, son görevimizi yapalım. Özellikle en yeniler ve en eskilerin yazılarını merakla bekliyorum.

Mehmet Ali Çetinkaya
23-Jan-2017, 16:47
Dursun Arslan'ın gencler.org'a yazdığı İlhan Cavcav yazısı da kayıtlara geçsin;

Gençerbirliği - İlhan Cavcav

Böyle durumda ne yazılır ki! Sözün bittiği yerdeyim. Elim tuşlara basmıyor, duygularım karmakarışık, kelimeler ve arkasından gelecek cümleler duygu yoğunluğundan birbirine karışıyor, yetmişli yılların ortalarından sonlarına doğru yurtta, mahallede arkadaşlarım, okulda öğretmenlerim hangi takımı tutuyorsun diye sorduklarında hiç cevap vermeden ne takımı diye karşı sorular soruyor, aynı zamanda takım nedir' niye tutulsun' futbol nedir' ne değildir' bu soruları çocuk aklımla sorgularken ergenliğe ve gençliğe adım attığım seksenli yılların başlarında 19 mayısın dış sahalarında amatör takımının maçını seyrederek futbol ve 'Gençlerbirliği' ile tanışırken platonik aşkı da öğreniyordum. O zamanlar ikinci ligde idi, platonik aşkımla tanışıklığım öyle başladı. Bu tanışmadan sonra 'gençlerbirliği' sevgisi içimde büyürken ikinci ligde şampiyonluğa (1982-1983 sezonu) oynuyoruz, yenilgisiz (tılsım peşpeşe kayseri ve Petrolofisi yenilgileriyle bozuldu. Üzüntüden bir hafta okula gitmedim.) Lider durumdayız, bir gün yine derste öğretmenimiz herkese sırayla hangi takımı tutuyorsunuz diye soruyordu. Sıra bana geldiğinde hiç düşünmeden gururla 'Gençlerbirliği' cevabını verdiğimde sınıfta bir sessizlik oluştu.

Öğretmenin tüm sınıfı sorgulaması bittiğinde kendi tuttuğu takımı da söyleyerek bana döndü. Neden 'Gençlerbirliği' dedi. Bana sunulanı değil, kendi seçtiğim her zaman yanı başımda bulunan ve bulacağım takımı tutuyorum dedim. Öğretmen o ne demek dedi. Ben farklıyım doğduğum yaşadığım şehrin takımı her zaman benimle birlikte, onu ben seçtim ama siz ve arkadaşlarım size sunulanı (üçbüyütülmüştakımı) tutuyorsunuz ve siz hangi sınıfa gitseniz hep aynı cevapları duyacaksınız. Aradan yıllar geçse benim farklı olduğumu ve 'Gençlerbirliği'ni unutmayacaksınız dedim.

Çocukluğumda başlayan bu aşk hiçbir zaman bitmedi. İkinci lig süresince ve ikinci ligde şampiyon olduktan sonra bir yıl süreyle daha her maçını 19 mayıs stadında canlı izledim. Taki 1985 yılında askerlikle beraber başlayan Ankara ayrılığım maçları canlı olarak statta izlememe engel olduysa da halen devam eden Ankara ayrılığım, yaşadığım yerlerde gittiğim her yerde, televizyonda 'Gençlebirliği' maçlarını canlı izlerken, hangi takımı tutuyorsunuz sorusu sorulduğunda aynı keyifle heyecanla ve gururla 'Gençlerbirliği' derken bana hep aynı soru soruluyordu. Neden Gençlerbirliği ' öğretmenime verdiğim cevap hiçbir zaman değişmedi.

Bu gün elli iki yaşıma geldim. Gençlerbirliği'ni tutmakla doğru bir karar verdiğimi, bende farkındalık yarattığını yaşadığım şehirlerde her zaman hissettim, zaman zaman ilhan cavcav diye takılan arkadaşlarım oldu. Yıllar sonra facebookta bir gün gezinirken bana o soruyu soran öğretmenime arkadaşlık teklifi gönderdiğimde arkadaşlığımı kabul ederek bana ilk 'Gençlerbirliği'ni ve Gençlerbirliği'ne olan sevgimi soruyordu.

Antrenmana ve maça çıkamayacak forma bulamayan bir takımı alarak yoktan var eden, benim gibi 'Gençlerbirliği'ile büyüyenlerin başını yere eğdirmeyen, türk futboluna tesis ve sayısız futbolcu kazandıran, bizlere şampiyonluk yaşatmasa da (en çok şampiyonluğu ilhan cavcav için istiyordum. Biliyordum ki o benden daha iyi Gençlerbirliği taraftarıydı ve şampiyon 'Gençlerbirliği' nin şampiyon takımın başkanı olmayı en çok o hak ediyordu) herkesin deyimiyle duayen başkanımız İlhan Cavcav'ın vefat haberini duyduğumda yıllardır kendime sorduğum, cevabını veremediğim bir gün gelir ilhan cavcav ölürse 'Gençlerbirliği'ne ne olur sorusuyla gözlerim dolarken sözün bittiği, kelimelerin anlamsızlaştığı yerde olduğumu anladım.

Ruhun şad, mekânın cennet olsun büyük başkanım İlhan Cavcav.

kaynak: gencler.org (http://gencler.org/yorumlar.php?id=1737)

Ahmet_Ay
23-Jan-2017, 17:38
Çocukluğumdan itibaren Gençlerbirliği'ni tutuyordum. Bazen ligde başarılı olduk, bazen düşmemeye oynadık. Başkanımız hep başımızdaydı. Maçlara gelirdim, uzaktan görürdüm."El salla, el salla büyük başkan el salla" Lay la la lay lay lay la la lay lay lay la la lay lay İL-HAN-CAV-CAV " ve deplasmanlarda "10 kişi olsak ta bağırırız yine İlhan Cavcav Başkan Gençlerbirliği şampiyon " başlıca tezahuratlarımızdı. Bizi şampiyon yapamasan da çok önemli yerlere getirdin. Kulübümüz amatörün kapısındayken başa geçtin. Sayende bu kulüp tarih olmaktan kurtuldu. Her zaman övündüğümüz alt yapımızın temelleri, tesislerimiz senin sayende yapıldı. Adalet, Hacettepe, Şekerhilal, Petrol Ofisi, Ankara Demirspor gibi birçok Ankara kulübü alt liglere düşerken veya kapısına kilit vururken sen Gençlerbirliği'mizi hiçbir kurum ve kuruluşun maddi desteğini almadan ayakta tuttun. Sattığın oyunculardan dolayı sana sitem ettik kızdık, ama tesislerimizle alt yapımızla hep övündük Başkanım...

2007 yılında bir idman ziyaretinde seni yakından görmüş ve sohbet etmiştim. Gençlerbirliği dediklerinde bana hep seni sorarlardı. Çünkü sen bu kulüple özdeşleşmiş bir isimdin. İsmin Dünya döndükçe ve bu kulüp var oldukça kalbimizde yaşayacak. Bir Gençlerbirliği taraftarı olarak senin hastalığında, sağlığında çalışıp didinerek bu seviyeye getirdiğin kulübümüzün her zaman destekçisi olacağıma sana söz veriyorum. Emanetin bizle yaşayacak başkanım.

Nur İçinde Yat Başkanım.

Necdet Özkazancı
23-Jan-2017, 18:37
Bugün, cenaze töreninden sonra arkadaşlarla İlhan Cavcav hakkındaki anılardan söz ediyorduk. Ben de bundan 13 yıl önce 26 Ekim 2003 günü Ankara'da oynanan Gençlerbirliği-Rizespor maçından bir olayı anımsadım ve anlattım. Bu maçta eski futbolcularımızdan Ali Eren Rizespor'da oynuyordu ve bir ara Youla ile itiştiler. Hakem Cem Papila da yancının uyarısıyla Ali Eren'e kırmızı kart gösterdi. Tabii ortalık karıştı. Bu olayı "Yenilsen de Yensen de" kitabındaki "KARAKOLDAKİ NANKÖR ERKEK GÜZELİ VE SAHANIN DEVRİLMESİNİ ÖNLEYEN KAPTAN" adlı hikâyenin (Sayfa 97-105) sonunda anlatmıştım. Oradan alıntılayarak devam edeyim:


Şimdi de biraz soyunma odalarının olduğu yere gidelim ve orada neler olmuş bir bakalım: Maçtan sonra Ali Eren soyunma odasına giden Youla’nın üstüne yürüyerek ona bir kafa atıyor. Araya futbolcular ve görevlilerin de girmesiyle olay yatıştırılıyor. Ama Youla üç gün rapor alıp şikayetçi oluyor. Ali Eren de Youla’yı kendisine Ginece küfür ettiği gerekçesiyle şikayet ediyor ve karakolluk oluyorlar.

Olay sonrasında Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav’ın verdiği demeç ise şöyle: “Ali Eren bu kulübün ekmeğini yemiş bir futbolcudur. Ama hiç akıllanmadı. Bu yaptığı nankörlük! Daha önce de tesislerde Phiri’yi bıçakla kovalamış ve öldürmeye kalkmıştı. Phiri’yi elinden zor aldık ve Ali Eren’i de kulüpten uzaklaştırdık. Bu olay Ali Eren için çok normal. Kendisinden davacıyız!…”

Toprağın bol, mekanın cennet olsun başkan...

Kısa bir bilgi: Bugün, Ali Eren de cenaze törenindeydi. :)

Tanıl Bora
24-Jan-2017, 12:12
“BİLABEDEL”
Ankara Rüzgârı kitabı için kendisiyle yaptığımız uzun söyleşiden sonra, meraklı gözlerle bakarak, hafif kuşkucu bir edayla, “Evladım, sen kuşyemiyle mi besleniyorsun, bir şey almayacak mısın?” diye sormuştu. Bu çalışmayı zevkle ve gururla yaptığımı, para istemediğimi söyleyince üstelemedi. Sonra da toplantılarda falan, Ankara Rüzgârı her söz konusu olduğunda hep aynı şeyi tekrarladı (kendi çapında bir “Ankara tava” hikâyesi gibi!) : Kitabı “bilabedel” yapmış olduğumu övgüyle zikretti her seferinde.
İlhan Cavcav’ın dillere destan “eli sıkılığının” bir fıkrası gibi kabul edebilirsiniz bu masum anekdotu. Gerçekten, kitaptan bahsederken onu en fazla heyecanlandıran yanı buydu sanırım: “Bilabedel”!
Ama “bilabedel”e sevgisi kadar, o “kuşyemiyle mi besleniyorsun?” yoklamasını da hesaba katmak gerek, İlhan Cavcav’ı anlamak için. “Hak geçmesin” endişesi vardır orada, emeği karşılıksız bırakmama kaygısı vardır.
Gençlerbirliği’ni de öyle yönetmedi mi? Mümkün olduğunca “bilabedel”e yakın olanı arayarak, fakat kimsenin hakkının kalmamasını daima gözeterek…
Tabii bir de o “Evladım,” hitabındaki, o “bilabedel” sevincindeki samimiyet vardı. Köpürüp yatışmalarında da görülen, bazen demeçlerinde gaf yapmasına yol açan, yalın samimiyet. Kuru, plastik bir resmiyet figürü değil de “renkli şahsiyet” olması, bu sayedeydi.
Başkan’ı “bilabedel”iyle ve onu “sahici” kılan samimiyetiyle hatırlayacağım.

serkan_gungordu
24-Jan-2017, 12:35
Gençlerbirliği’ni de öyle yönetmedi mi? Mümkün olduğunca “bilabedel”e yakın olanı arayarak, fakat kimsenin hakkının kalmamasını daima gözeterek…

Tanıl Abicim elinize, yüreğinize sağlık. işte Cavcav'ın bundan sonra gelecek yönetimlerce de benimsenmesi gereken felsefesi.

serkan_gungordu
24-Jan-2017, 12:40
Bugün, cenaze töreninden sonra arkadaşlarla İlhan Cavcav hakkındaki anılardan söz ediyorduk. Ben de bundan 13 yıl önce 26 Ekim 2003 günü Ankara'da oynanan Gençlerbirliği-Rizespor maçından bir olayı anımsadım ve anlattım. Bu maçta eski futbolcularımızdan Ali Eren Rizespor'da oynuyordu ve bir ara Youla ile itiştiler. Hakem Cem Papila da yancının uyarısıyla Ali Eren'e kırmızı kart gösterdi. Tabii ortalık karıştı. Bu olayı "Yenilsen de Yensen de" kitabındaki "KARAKOLDAKİ NANKÖR ERKEK GÜZELİ VE SAHANIN DEVRİLMESİNİ ÖNLEYEN KAPTAN" adlı hikâyenin (Sayfa 97-105) sonunda anlatmıştım. Oradan alıntılayarak devam edeyim:


Şimdi de biraz soyunma odalarının olduğu yere gidelim ve orada neler olmuş bir bakalım: Maçtan sonra Ali Eren soyunma odasına giden Youla’nın üstüne yürüyerek ona bir kafa atıyor. Araya futbolcular ve görevlilerin de girmesiyle olay yatıştırılıyor. Ama Youla üç gün rapor alıp şikayetçi oluyor. Ali Eren de Youla’yı kendisine Ginece küfür ettiği gerekçesiyle şikayet ediyor ve karakolluk oluyorlar.

Olay sonrasında Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav’ın verdiği demeç ise şöyle: “Ali Eren bu kulübün ekmeğini yemiş bir futbolcudur. Ama hiç akıllanmadı. Bu yaptığı nankörlük! Daha önce de tesislerde Phiri’yi bıçakla kovalamış ve öldürmeye kalkmıştı. Phiri’yi elinden zor aldık ve Ali Eren’i de kulüpten uzaklaştırdık. Bu olay Ali Eren için çok normal. Kendisinden davacıyız!…”

Toprağın bol, mekanın cennet olsun başkan...

Kısa bir bilgi: Bugün, Ali Eren de cenaze törenindeydi. :)

http://arsiv.ntv.com.tr/news/240928.asp

Mustafa Ates
24-Jan-2017, 12:40
Tarih 2013 Haziran, sezon bitmiş, yaz tatili başlamış. Ligde kalmanın başarıldığı bir sezonu daha geride bırakmıştık. Aklımda kaldığı kadarı ile iyi bir golcümüzün olmadığı bir sezondu.
İstanbul'dan dönüyordum. Atatürk Havalimanında uçağa binmeden transfer otobüsünde İlhan Cavcav ile karşılaştım, selamlaştık, sohbete başladık.
-İsmet misin sen? diye sordu.
Hayır dedim. (Nedense beni hep İsmet'e benzetirdi bu 2. kez oluyordu. İsmet kimdi bilmiyorum ama muhtemelen Ankaragücü'nün eski futbolcusu, şimdiki hocası İsmet Taşdemir'e benzetiyordu beni)
Beni tanımamasına rağmen samimi, alçakgönüllü tavrından ödün vermeden sürdürdük sohbeti:
-Başkanım takviye şart, takıma acil bir golcü lazım.
-Tamam o işi hallettik Stancu'yu aldık dedi heyecanla.
Öyle şevkle söylemişti ki ''Stancu'yu aldık'' sözünü, Stancu değil sanki Messi geliyordu takıma.
İçimden ''küme düşmüş Orduspor'da problemli, küskün bir oyuncu olarak aklımda kalan Stancu mu kurtaracak bizi'' diye geçirdim.
Meğer yanılmışım, başkanın heyecanla müjdelediği bu ismi gerçekten sevecek ve profesyonelliğine saygı duyacaktım..
Başkan bir kez daha ters köşe yapmıştı.

Mehmet Ali Çetinkaya
24-Jan-2017, 12:50
Manisa Alaşehir’de askerlik yaparken çıktığım ilk çarşı izninde ufak kasabanın sokaklarını adımlıyordum. Üçer dörder katlı evlerin arasında yürürken, solumda duran ufacık kapılı kahvehanenin minicik penceresinde yazan “Gençler Birliği” yazısı gözüme ilişti. Şaşkınlıkla durup bir kere daha okudum. Harbi harbi, “Gençler Birliği” yazıyordu. Hemen kapıyı açıp içeriye girdim. Elinde çay tepsisi ile servis yapan hafif tombul, beyaz saçlı amcanın işini bitirmesini bekledim. Göz göze geldiğimizde selam verip, “pencerede niye Gençler Birliği yazıyor?” diye bodoslama bir giriş yaptım. Adam kısa bir süre beni süzdükten sonra, “burası Gençler Birliği’nin kahvesi de ondan” dedi. İyice şaşırıp, “Abi ben Ankara'dan gelmiş, burada askerlik yapan bir Gençlerbirliği taraftarıyım. Nasıl Gençlerbirliği’nin kahvesi burası?” diye üstelediğimde amca gayet sakin bir şekilde, “E, sen Cavcav’ın Gençlerbirliği’ni tutuyorsun bizimkisi Alaşehir Gençler Birliği” diye yapıştırmıştı cevabı.

Öyle ya, iki kuşak yetişecek bir süre zarfında aynı kulübün başında olursanız, yetişen kuşaklar da sizi o kulüple özdeşleştirirler.

İşte bu yüzden; yıllar yılar geçse de, her kim aklında Gençlerbirliği’ni getirirse, beraberinde İlhan Cavcav ismini de hatırlayacak…

Necdet Özkazancı
24-Jan-2017, 14:28
“BİLABEDEL”
Ankara Rüzgârı kitabı için kendisiyle yaptığımız uzun söyleşiden sonra, meraklı gözlerle bakarak, hafif kuşkucu bir edayla, “Evladım, sen kuşyemiyle mi besleniyorsun, bir şey almayacak mısın?” diye sormuştu. Bu çalışmayı zevkle ve gururla yaptığımı, para istemediğimi söyleyince üstelemedi. Sonra da toplantılarda falan, Ankara Rüzgârı her söz konusu olduğunda hep aynı şeyi tekrarladı (kendi çapında bir “Ankara tava” hikâyesi gibi!) : Kitabı “bilabedel” yapmış olduğumu övgüyle zikretti her seferinde.
İlhan Cavcav’ın dillere destan “eli sıkılığının” bir fıkrası gibi kabul edebilirsiniz bu masum anekdotu. Gerçekten, kitaptan bahsederken onu en fazla heyecanlandıran yanı buydu sanırım: “Bilabedel”!
Ama “bilabedel”e sevgisi kadar, o “kuşyemiyle mi besleniyorsun?” yoklamasını da hesaba katmak gerek, İlhan Cavcav’ı anlamak için. “Hak geçmesin” endişesi vardır orada, emeği karşılıksız bırakmama kaygısı vardır.
Gençlerbirliği’ni de öyle yönetmedi mi? Mümkün olduğunca “bilabedel”e yakın olanı arayarak, fakat kimsenin hakkının kalmamasını daima gözeterek…
Tabii bir de o “Evladım,” hitabındaki, o “bilabedel” sevincindeki samimiyet vardı. Köpürüp yatışmalarında da görülen, bazen demeçlerinde gaf yapmasına yol açan, yalın samimiyet. Kuru, plastik bir resmiyet figürü değil de “renkli şahsiyet” olması, bu sayedeydi.
Başkan’ı “bilabedel”iyle ve onu “sahici” kılan samimiyetiyle hatırlayacağım.

Eline sağlık Tanılcığım. Bu arada ilk mesajını da İlhan Cavcav' için yazmış oldun.

Necdet Özkazancı
24-Jan-2017, 14:33
Tarih 2013 Haziran, sezon bitmiş, yaz tatili başlamış. Ligde kalmanın başarıldığı bir sezonu daha geride bırakmıştık. Aklımda kaldığı kadarı ile iyi bir golcümüzün olmadığı bir sezondu.
İstanbul'dan dönüyordum. Atatürk Havalimanında uçağa binmeden transfer otobüsünde İlhan Cavcav ile karşılaştım, selamlaştık, sohbete başladık.
-İsmet misin sen? diye sordu.
Hayır dedim. (Nedense beni hep İsmet'e benzetirdi bu 2. kez oluyordu. İsmet kimdi bilmiyorum ama muhtemelen Ankaragücü'nün eski futbolcusu, şimdiki hocası İsmet Taşdemir'e benzetiyordu beni)
Beni tanımamasına rağmen samimi, alçakgönüllü tavrından ödün vermeden sürdürdük sohbeti:
-Başkanım takviye şart, takıma acil bir golcü lazım.
-Tamam o işi hallettik Stancu'yu aldık dedi heyecanla.
Öyle şevkle söylemişti ki ''Stancu'yu aldık'' sözünü, Stancu değil sanki Messi geliyordu takıma.
İçimden ''küme düşmüş Orduspor'da problemli, küskün bir oyuncu olarak aklımda kalan Stancu mu kurtaracak bizi'' diye geçirdim.
Meğer yanılmışım, başkanın heyecanla müjdelediği bu ismi gerçekten sevecek ve profesyonelliğine saygı duyacaktım..
Başkan bir kez daha ters köşe yapmıştı.

Bir de tesislarda antrenmanda karşılaştığımızda "Sen İsmet misin?" diye sormuştu Musafa... :)

Necdet Özkazancı
24-Jan-2017, 14:36
Manisa Alaşehir’de askerlik yaparken çıktığım ilk çarşı izninde ufak kasabanın sokaklarını adımlıyordum. Üçer dörder katlı evlerin arasında yürürken, solumda duran ufacık kapılı kahvehanenin minicik penceresinde yazan “Gençler Birliği” yazısı gözüme ilişti. Şaşkınlıkla durup bir kere daha okudum. Harbi harbi, “Gençler Birliği” yazıyordu. Hemen kapıyı açıp içeriye girdim. Elinde çay tepsisi ile servis yapan hafif tombul, beyaz saçlı amcanın işini bitirmesini bekledim. Göz göze geldiğimizde selam verip, “pencerede niye Gençler Birliği yazıyor?” diye bodoslama bir giriş yaptım. Adam kısa bir süre beni süzdükten sonra, “burası Gençler Birliği’nin kahvesi de ondan” dedi. İyice şaşırıp, “Abi ben Ankara'dan gelmiş, burada askerlik yapan bir Gençlerbirliği taraftarıyım. Nasıl Gençlerbirliği’nin kahvesi burası?” diye üstelediğimde amca gayet sakin bir şekilde, “E, sen Cavcav’ın Gençlerbirliği’ni tutuyorsun bizimkisi Alaşehir Gençler Birliği” diye yapıştırmıştı cevabı.

Öyle ya, iki kuşak yetişecek bir süre zarfında aynı kulübün başında olursanız, yetişen kuşaklar da sizi o kulüple özdeşleştirirler.

İşte bu yüzden; yıllar yılar geçse de, her kim aklında Gençlerbirliği’ni getirirse, beraberinde İlhan Cavcav ismini de hatırlayacak…

O kadar çok Gençlerbirliği var ki say say bitmez Mehmet Ali... Bizimki milletin dilinde "Cavcav'ın Gençlerbirliği." :)

serkan_gungordu
24-Jan-2017, 15:05
İlhan Cavcav’ı 38 yıllık başkanlığında son 10 yılıyla değerlendirirseniz, çok sayıda hata ve günahı göreceksinizdir. Ancak başkanlık yaptığı 38 yılın sonunda geriye, şahane tesisleri, işleyen bir altyapısı olan, ekonomik olarak belki aza tamah eden ama kendi ayakları üzerinde duran bir camia bıraktı. Sadece o da değil, bu kulübün sonsuza dek yaşaması için ne yapması gerektiğini bazen laf arasında söyledi, bazen de gösterdi.

Takım giderlerini hep düşük bir seviyede tuttu, ayakta kalmayı, başarılı olmanın önüne koydu, çünkü defalarca dinlediğimiz “Ankara Tava” hikayesindeki gibi yokluk zamanlarından geliyordu. Gençlerbirliği’ni 90larda başarıya taşıyan yabancı transferi, 90ların sonunda altyapıdan çıkmaya başlayan oyuncuları, 2000lerin başında doğru yerli-yabancı transferleri ve Ersun Yanal tercihi oldu. Belki hepsini bir arada yapmayı çok iyi başaramadı ama dönem dönem kulübün saygı görmesini sağlayacak şeyleri de akıl eden Başkandı! Tarık’tan aldığı parayı 5 oyuncuya yatırmak yerine tesisleşmeye harcadı. Bir oyuncu satışı ile bir gelecek kurdu.

Gençlerbirliği tribünleri hep “farklı” olarak gösterildi, evet farklıydı çünkü bu farklılığın doğmasını sağlayacak bir ortam vardı. Cavcav’ın başkanlığı döneminde tribüne rantın sokulmaması (ya da çok az seviyede tutulması) bu farkın doğmasını sağlayan etkenlerdendi. O yıllarda bütün takımlar “paralı asker taraftar grupları” yaratırken, Cavcav bunun hep karşısında durdu. Bu konularda hakkını ödeyemeyiz. Ayrıca hepimiz biliyoruz ki, bu takımın babası gibi, her deplasmana giden, takım için her şeyi yapan bir başkandı. Çalışanının hakkını ödeme konusunda dürüst bir kulüp sistemi yarattı, defalarca konuştuğumuz, site için, gencler.org için röportaj yaptığımız futbolcular, ağız birliği etmişcesine diğer takım oyuncularına göre az kazandıklarını ama kafalarının rahat olduğunu söylediler. Hiçbir oyuncunun, emekçinin alacağını bırakmadı, Gençlerbirliği adını FİFA soruşturmalarına konu yapmadı.

Özellikle son 10 yılını çok tartıştık. Sırf ucuz olduğu için yapılan anlamsız yabancı transferleri, teknik direktörlerin aleni biçimde işine karışması, zamansız yapılan futbolcu satışları, taraftarı hiçbir zaman muhatap almaması hatta yok sayması, bazen taraftar için onur kırıcı ifadeler kullanması, destek isterken Gençlerbirliği taraftarı ifadesi yerine Ankaralı ifadesini tercih etmesi, etrafındaki birkaç adamı tüm taraftarın başı sanan zihniyeti hepimizin asabını bozdu. 2006’daki Genel Kurul’da olanları, belli başlı sevimsiz kişileri kulüpte tekrar tekrar istihdam etmesi, asla kabul edilebilecek şeyler değildi. Zaten bu kadar hatanın sonunda kulüp zamanla 2001-2006 seviyesinin çok altına düştü, sıradanlaştı.

Son 10 yılda Cavcav’dan hiç mutlu değildik ama hiçbir zaman Gençlerbirliği sevgisinden şüphe etmedik. İyi yapıyordu, kötü yapıyordu ama ne yapıyorsa, Gençlerbirliği’ni sevdiği ve düşündüğü için yapıyordu. Açıklamalarından Fener’e bulaştığı ya da teşvik primini onayladığı “sansasyonel” cümleleri attığınızda, hep Gençlerbirliği’nin sonsuza dek yaşaması için neler yapılması gerektiğini anlatıyordu. Stad yapmak, Gençlerbirliği Koleji kurmak hayalleri arasındaydı. Asla 3-5 pahalı transfer için Kulübün geleceğini tehlikeye atacak bir başkan olmadı. İlhan Başkanın yönetim mantığıyla “belki başarısız kaldık ama asla kulüpsüz kalmadık!”

Bugün futbol büyük bir finansman oyunu, karşımızda dev gibi İstanbul takımları, ait oldukları şehrin önde gelen iş adamları tarafından finanse edilen şehir takımları, belediye gelirleri ile nemalanan ucubeler, sırtlarını dayadıkları siyasi irade tarafından takviye edilen şirket takımları var. Burada olmak, burada kalabilmek bile Gençlerbirliği gibi kendi yağında kavrulan bir camia için az şey değil! Hatta üzerine biraz dikkatli düşündüğümüzde, bizim sıradanlaştığımızı düşündüğümüz bugünlerde bile, bu ligde olabilmek başarı olabilir.

Tüm günah ve sevaplarını da bir yana bırakıyorum. 2012’de Samsun deplasmanına giderken TŞÖF’de karşılaşıp, yanına yapılmayan transferler nedeniyle hesap soran bir tavırla gittiğimizde “çocuklar ne kadar stad kirası veriyoruz biliyor musunuz?” ile başlayan babacan konuşması bile, o’nu içten içe sevmek için bir nedendi. Geçen sene gazetecilik yaptığını zanneden bir kendini bilmezin, kendisine karşı tutunduğu çirkin tavra, biz İlhan Cavcav muhalifleri olarak müdahale edip karşı çıktık! Çünkü O bizim İlhan Cavcav’ımızdı, kendimiz kızabilir, söylenebilirdik ama bunu başkası yaptığında, üstelik üslubu tutturamadığı, gerekli saygıyı göstermediğinde, hep beraber arkasında durmayı da bilirdik. Aynı hissiyatla defalarca İstanbul takımı taraftarlarına karşı da koruduk.

Şimdi hepimiz bir telaş içindeyiz. “Acaba ne olacak bu kulübün hali?” sorusu hiç olmadığı kadar çok seslendiriliyor. Cavcav’ın yönettiğinden daha iyi yönetilebileceğini bilsek de, O’nun kadar kulübe bağlı, varıyla yoğuyla Gençlerbirliği için çalışacak biri mi gelecek, yoksa kulübün kaynakları ve ismini kendi adına kullanacak biri mi olacak diye endişeleniyoruz. Yani aslında şimdiden O’nun eksikliğini hissediyoruz. Mekanı Cennet, toprağı bol olsun!

Edit: samsun deplasmanı 2011 (maksut'a teşekkür) :)

maksut_uzun
24-Jan-2017, 19:17
Gençlerbirliği ile tanışmam Serkanların 2011 yılında Samsun'a deplase olduğu zamanlara denk gelir. Serkanlar o akşam deplasman dönüşü ayaklarının tozuyla Eskiyeni'ye geldiler. Unutmam, Serkan her zamanki gibi heyecanlı heyecanlı Cavcav'la karşılaşmalarını anlattı: "Gençler, yolda mola verince Cavcav'la karşılaştık. Sitem etmek için yanına gittik, adama hak vererek arabaya geri döndük! (Serkan güler bu arada)" O an "Oha lan, koskoca takımın başkanıyla konuşabiliyorlar!" diye düşünmüştüm. Tabii ki bir takımın başkanıyla ayaküstü konuşabiliyorsan takımın tesislerine de rahatlıkla girer çıkar, takımını antremanını izleyebilirmişsin. İlhan Cavcav yönetimsel olarak şeffaf değilse bile takım-taraftar arasında şeffaflıktan yanaydı.

2012 sezonu sonunda tesislerde Fuat Hoca ile taraftar gruplarından üç beş kişi toplanarak kulüp binasında yarım saat bir görüşme yapmıştık. Salonda Mehmet Sedef televizyon izliyordu; biz masaya geçtik. Sohbet koyulaşmaya başlayınca çay dağıtımına başladılar. Masadan biri, kim olduğunu hatırlamıyorum, "gençler, bir bardak çaydan fazlası yok ha, başkanı kızdırmayalım" diyerek güldü. İnsan tabi "bir bardak çay lan, ne olacak ki?" diyor ama adam onu bile düşünürmüş.

Ben de Serkan gibi, daha şimdiden eksikliğini hissediyorum. Gençlerbirliği'nin başından bu şekilde ayrılacağını düşünmediğimdendir belki. Tabii şimdi geçmişe dönüp bakınca başkanın kulüpten kendi isteğiyle ayrılmasına ihtimal veren kendime gülüyorum. Kimse çocuğu olarak gördüğü bir şeyi ölümünün sonuna kadar bırakamaz ki. Mekanı Cennet olsun, toprağı bol olsun, nur içinde yatsın!

onur_aydogan
24-Jan-2017, 21:09
Ufacık çocuktum. Babam elimden tutup maça götürürdü. Bir gün tribünlerde müthiş bir coşku, herkes bütün dertlerin çaresi bulunmuş gibi mutlu, G.Birliği şampiyon olup birinci lige yükselmişti. Tribünlerde “Büyük Başkan” tezahüratları, İlhan Cavcav seyirciyi selamlıyordu.

İlkokulu bitirdim. Artık ben elinden tutup kardeşimi maça götürüyordum. Kupa finalinin ilk ayağında beşinci golümüzün sevincini tribünde yaşarken İlhan Başkan da mutluluktan uçuyordu.

Okulumun karşısına toprak bir saha yapıldı. Her geçen gün tesis büyüdü. Her yaştan sporcular kar, kış, güneş demeden ter dökmeye başladı. O çocukların bazıları geleceğin futbol yıldızları oldular. Arada bir kalın paltolu bir adam gelir sağa sola talimat yağdırırdı. İlhan Başkan teftişdeydi.

Lise çağına geldim. Top oynadığımız arsalara inşaat yapıldı. Semtlerin siluetleri ve sakinleri değişti. Artık bu şehir çocukluğumdaki Ankara değildi ama İlhan Başkan hala başımızdaydı.

Yaşam rüzgarı beni şehrimden kopardı. Ankara’dan en sık gelen misafirim Gençlerbirliği’mdi. Ne zaman Sarıyer’de, Zeytinburnu’nda maçımıza gitsem İlhan Başkan oradaydı.

İş hayatına atıldım. Sakarya, Kocaeli, Bursa’ya günübirlik gidip maçımızı izleyip dönerdim. İlhan Başkan da hep aynı kentte olurdu.

Evledim, çocuğum dünyaya geldi. Karlı soğuk günlerde evimde sıcacık çayımı içerek maçlarımızı izlerken en uzak deplasmanlarda İlhan Başkan takımın başında şeref tribünündeydi.

Hakemlerin ciğerimizi yaktığı maçlardan sonra sövmekten sesimizin kısıldığı anlarda İlhan Başkan gereken tepkiyi verir yüreğimize su serperdi. Hakem hakkında ne düşündüğünü soran muhabire gülerek “Allah bu tür hakemleri başımızdan eksik etmesin” diyip lafı gediğine oturturdu.

Bazı sezonlar kendimizi küme düşme kabusu içinde bulurduk. Herkesin kafası kesilmiş tavuk gibi telaşla ortalıkta dolaştığı anlarda İlhan Başkan harekete geçer, lazımsa hocayı kovar, futbolcu transfer eder, bizi düzlüğe çıkarırdı. Ne kadar endişeli olsak da bilirdik ki İlhan Başkan oradaydı ve mutlaka bir çözüm bulurdu.

Sonra kendim gibi G.Birliği sevdalısı ağabeylerimle tanıştım. Bazıları bu kulübe yönetici olarak da hizmet etmiş pırlanta gibi insanlardı. Onların sayesinde İlhan Başkan ile tanıştım. Efsane tüm heybetiyle karşımda duruyordu. İstanbul maçlarından önce otelde ziyaretine gitmeye başladık. İlhan Başkan’ı lobide bir televizyonun karşısında gündüz maçlarını izlerken bulurduk hep.

Toplanıp Ankara’ya maça giderdik. Önce kulübe uğrar havayı koklardık. İlhan Başkan’ın odasına 30 yıllık dostumuzun yanına girer gibi girerdik. Bizi görünce mutlu olduğunu gözlerinden anlar, Geremi’yi Real Madrid’e satış hikayesini bir kez daha dinlerdik.

İlhan Başkan Ankara’nın inatçı keçilerileri gibi, ilerleyen yaşına, sağlık problemlerine, değişen dünyaya rağmen mücadelesine son nefesine kadar devam etti. Bu özelliği sahadaki takıma da sirayet etmişti. Çoğunluğu altyapıdan gelen mütevazi kadrolarla dünya yıldızı diye nitelendirilen oyunculara sahayı dar ederdi takım. Yenerdi, yenilirdi ama asla pes etmezdi çocuklarımız.

Zaman, mekan, insanlar değişirdi ama İlhan Başkan hep oradaydı. O bizim çocukluğumuz ve gençliğimizden kalan bir masal kahramanıydı. Şimdi İlhan Başkan da gitti... Şanına yaraşır bir cenaze töreni ile... Hepimizin hayatına anlam katan bir kulübü yoktan var etti. Neredeyse bir ömür İlhan Başkan’la güldük, İlhan Başkan’la ağladık. Kalabalığın arasında daha yalnızım şimdi. Dünya daha tenha. Güle güle Büyük Başkan. Seni unutmak mümkün mü?

Tanıl Bora
25-Jan-2017, 16:27
Görmeyenler olabilir, Bugün Cumhuriyet'te Bağış Erten'in yazısı.

"Yararlı" bir yazı, aşağı yapıştırıyorum.
Sevgiler

İlhan Cavcav’ı nasıl bilirsiniz? Cenaze namazını kılan imam için olabilir ama bizim için doğru soru bu değil. Önce başka sorular sormak gerek. Cavcav’ın ölümünü futbolumuz için bir kayıp olarak görüyor musunuz? Kendinizi nasıl tanımlarsınız: Cavcav-sever misiniz, sevmez mi? Birkaç arkadaşla bunları konuştuğumuzda aramızdan bir Fenerbahçeli şöyle bir tanım yaptı: “Seviyorum diyemem. Ama sevmiyorum demem de zor. Sorsan
nesini sevmiyorsun? Tanımlayamam. Ama sevmeye de bir gerekçe yok. Ne hissettiğimi pek anlamadım.” Türkiye’de futbolun neredeyse 40 yıldır aktörü olan, son 25 yılın ağırlıklı bir bölümünde önemli bir referans haline gelen, tarz yaratan, kültür oluşturan, hayatta her şeyden çok futbolu seven bir ikon için ne zor, ne karmaşık bir yorum değil mi? Ama cevaptaki gerçeklik payını da yadsıyamıyoruz, karmaşık duyguları da... İçimize sinmiyor, ama aksini de söylerken dilimiz dolanıyor.

Herkes geçti, o kaldı
Sanırım doğru soru şu: İlhan Cavcav’ı nasıl okumalı? Önce indirgeyerek bakalım. Memlekette bir salgın hastalık gibi her yeri fetheden ‘tek adam’ kültürünün, futbolumuzun her hücresine sinmiş ‘ilişkiler ağının’ bir parçası mı diyeceğiz sadece? Ya da Türk futbolunun kara kutusu mu? Sosyal medya acımasızlığında bunlar iltifat kalıyor. ‘Futbolun tüccarı’ diyen de var, ‘anasının gözü’ diyen de... Hatta beterleri de... Bunca yıla yakıştırılmayacak bir sertlik bu.
Övenlerin tanımları da tek değil, çeşitli. Duayen, büyük başkan, efsane, babacan, işini bilen, kadim kulüpçü... Cenazesinde bakanlar, başbakanlar, yani devlet erkânının tepesi de var ama onun belgeselini yapanlar bu memleketin namuslu akademisyenleri, aydınları da... Süleyman Seba’yla, Özhan Canaydın’la güzeller güzeli fotoğraflarını paylaşanlara rastlamak da mümkün, birileriyle ağız dalaşına girdiği görüntüleri dillere pelesenk etmeye çalışanlar da...
Buralara takılırsak birçok Cavcav bulmak mümkün. Herkesin kendi durduğu yerden tanımlayabileceği kadar uzun süre görev yaptı o. Herkes geçti, o kaldı. Futbolun en amatör, en naif günlerinin kahrını çekti; toprak sahaların, çamurların, buzların lanetini gördü. 1970’lerde kulübün dip noktasına da şahitlik etti ve dolu dolu kasalarla, Süper Lig bolluğunu da... Bire alıp ona sattığı günlerde alkışlandı, her canı sıkıldığında teknik direktör değiştirdiğinde eleştirildi, ama o hep sabit kaldı. Düşünün neredeyse 100 yıllık kulüp tarihinin üçte birinde o vardı. Sanki dünya değil de etrafındakiler döndü. Ne diyordu o pankart? “Gençler yaşlanır, Cavcav ölmez!”

Mirasa kim sahip çıkacak?
Bana kalırsa tanımlamaya çalıştıkça işin içinden çıkamayacağız, ama çok daha çok hatırlayacağız onu. Bir yanıyla 70’li yılların tutumlu esnafının belki de son temsilcisiydi o. Sorumsuz sorumlu yöneticilerin har vurup harman savurduğu, herkesin ucundan köşesinden bir şeyler tırtıkladığı, transfer paralarının ‘bal tutan parmağını yalar’ ilkesiyle harcandığı bir ülkede kasası dolu, eli sıkı, haddini bilen, oyuncu fabrikası gibi çalışan bir kulübün örnek başkanıydı. Ama aynı zamanda ‘ortalamanın’ yılmaz bekçiliğiyle tipik bir ‘düzen adamı’. Şampiyonluktan, sonuçlardan çok hassas dengeleri kolladı. Karanlık ya da aydınlık, camiadaki her figürle bağı vardı, Kulüpler Birliği başkanlığı yaptı ama muhtemelen 2003’teki travmanın sonucu (Mutlu Çelik’in kulakları çınlasın) şampiyonluğa belki hiç inanmadı. Unutmayın, bir ara takım doludizgin gittiğinde önce primleri nasıl ödeyeceğini düşünen, yeni yapılan fitness salonunun ışıkları açık kalmasın diye endişelenen birinden bahsediyoruz. Bu tip kaygıları başarılarına galebe çalan biri yani... Fakat, her durumda işini, futbolu, memleket hallerini iyi bildiği tartışılmaz. Çok sevdiği de…
İnsan merak ve kaygıyla bekliyor: Şimdi o özenle kurduğu kulüp bakalım nasıl yönetilecek? Uzun yıllar boyunca tane tane biriken o güzel taraftarın kulüple ilişkisi yeniden nasıl kurulacak? Kim temsil edecek yeni Gençler’i? Onun mirasına nasıl sahip çıkılacak?
Bunları daha çok konuşur, yazarız. Fakat şu gerçek değişmeyecek. Cavcav da gitti ve futbolun rengi biraz daha soldu. Bir yanı kara, bir yanı kızıl başkan! Toprağın bol olsun.

Coskun Harun Sam
26-Jan-2017, 20:39
Genclerbirligi denince ilk aklima gelen on kisiden biri (Ilhan Cavcav, Erol Agagil, Aksit Ozkural, Mehmet Ali Cetinkaya, Gultekin Aktan gibi grubun bir parcasi) ve -tanimadiklarim beni affetsin- en bilgilimizdir Tanil Bora ve bu yaziyi "yararli" olarak nitelemesinin nedenini dusunup duruyorum ve aklima su ihtimaller geliyor:

1. Yazarin yazdiklarina katiliyor ( Olamaz diyorum, ilk defa Tanil Bora'ya katilmadigim bir sey olur o zaman tum hayatim boyunca diyorum).
2. Bagis Erten referans olarak arkadas grubunu ele alip, onlarin dusuncelerine gore hareket ettigi icin hep iclerinde Ilhan Cavcav gibi bir yonetici olmamasinin kiskancligini yasiyor, bunu gostermek istiyordur (Toplumbilimci bir ustadimiz oldugu icin sevinmeliyim diyorum).
3. Uzun uzun, bos bos konusup, medyada kendinize yer bulabilirsiniz, bunu anlatmaya calisiyor (iste budur diyorum).

Otuzdokuz yila yakin bir sure Yurdasen Karahasan, Mahmut Uslu, Ergun Gursoy, A.Albayrak, Sefa Sirmen gibi adamlarin kulube bulasmasini engelleyen, basimizi dik tutmamizi saglayan Buyuk baskanimizi saygiyla aniyorum.

Abreg Çelem
27-Jan-2017, 11:22
Camiamıza dışarıdan bakanların algılayamadığı bir başka konuyla ilgili olarak facebook'ta yazılan iki yazıyı aktarıyorum aşağıya:

Erdem Ceydilek:
"N'oldu Gençlerliler, o kadar kızdınız adama, şimdi üzülüyorsunuz. Kör ölür, badem gözlü olur tabi" diyenler.. Siz en iyisi demeyin bir şey. Camiadan olmayan birinin Cavcav'ın değerini anlamasını beklemiyorum zaten. Siz onu hep İstanbul basınının karikatürize edişleriyle tanıdınız çünkü. Çoğunlukla kızdık, eleştirdik İlhan Başkan'a ama bu kulübe olan katkısını ve sevgisini hiç tartışmadık. Bir belediyeye, bir siyasetçiye, bir şirkete ya da müşterileşmiş milyonlarca taraftarın desteğine sahip olmayan bir camiayı var etmek ve bu var oluşu elinden geldiğince temiz kalarak yapmaya çalıştığını bildik. Evet çok eleştirdik, çokça istifaya davet ettik, devirmeye bile çalıştık. Ama tüm bunlar, Gençlerbirliği camiasının iki gündür yaşadığı hüzne laf etme ve bu hüznün samimiyetini sorgulama hakkını vermiyor kimseye. Kendi yağında kavrulan, herkesin herkesi tanıdığı ufak, güzel bir camiayız biz. Gençlerbirlikli olduğumuzu ucundan kıyısından da olsa bilenlerin arayıp, sanki aileden cenaze çıkmış gibi telefon açıp baş sağlığı dilediği insanlarız. Ana akımın zehrinde boğulmuş zihinlerizle gelip, hüznümüze de kederimize de yargıç olmaya hakkınız yok. Gölge etmeyin


Orcan Yiğit:
Sevgili kör ölür badem gözlü olur ithamcısı arkadaşlar.
Öncelikle şu konuda bir anlaşalım. Profesyonel takım tutan insanlar endüstriyel futbol karşıtı değildir. Bu içeriden mücadele edebileceğiniz bir durum değildir. Modern futbola karşı olabilirsiniz, kurarsınız kendi kulübünüzü, elinizden geleni yaparsınız, örnekleri mevcut.
Gelelim Gençlerbirliği'ne. Küçük camiadır. Duvarınıza İlhan Cavcav'la çekilmiş dolu resim düşmesinin sebebi de budur. O resimlerin de muhtemelen hiçbiri "başganım bir foto" diye çekilmemiştir. Gençler taraftarı bilir ki futbolcusu, hocası, yöneticisi ve başkanı ulaşılabilirdir.
O resimlerdekilerin çoğu yıllardır resimdeki diğer beyefendiye karşı çıkan, mücadele eden, sesini çıkaran insanlardır. Cavcav ile son karşılaşmamda Passolig yüzünden tartışmış biriyim. Kendisini herkesin ortasında taraftarı satmakla itham ettim. Fikir birliğine varamadık, ne tesislerden atıldım, ne de güvenlikle bir sıkıntı yaşadım.
İlhan Cavcav Gençlerbirliği'ni bir odalı bir kulüp olmaktan altyapısı ve tesisleri üst düzey bir kulüp haline getirmiştir. Elbette bu kendi işlerinde de faydalı olmuş, Türkiye un ve buğday piyasasını kontrol eder hale gelmiştir. Büyük sermaye sahibidir ancak konumuz bu değildir.
Cavcav öncesi Şengel sonrası dönemi bilenler takımın kimlerin elinde oyuncak olduğunu bilirler, bilmeyenler ister araştırsınlar, isterlerse de kendi kulüplerinin mevcut yönetimlerine baksınlar.
Cavcav yönetimde özellikle son 12 senede çok büyük hatalar yapmıştır. Bu da Gençlerbirliği camiası dışında kimseyi ilgilendirmez. Cavcav 39 yılda Gençlerbirliği'ni bağımsız tutmayı başarmıştır. Bu da mevcut düzende herkesi ilgilendirir, herkese de örnek olmalıdır.
İnsanların sadece veda etme amacıyla (neticede belki gereğinden de uzun süren bir devir kapandı) başkanla resimlerini paylaşmaları normal bir davranış, kimi için bir yas tutma şekli, kimi için ise basit bir anma. Buna gelen saçma sapan eleştirilere de eşit düzeyde bir saçmalıkla (elimden geleni yapacağım bakın) karşılık vereyim. Fidel de tek adamdı. Saçma değil mi?

Necdet Özkazancı
27-Jan-2017, 23:32
Sevgili kardeşim Ziya Adnan'ın Birgün gazetesindeki (27.01.2017) yazısı: "İlhan Cavcav’ın ardından..."

Link:

http://www.birgun.net/haber-detay/ilhan-cavcav-in-ardindan-144730.html

Ziya'nın, yazısında sözünü ettiği söyleşiyi 2015 yılının Eylül ayında İlhan Cavcav'ın Sincan Oranize Sanayi Bölgesindeki fabrikasında yapmış, bir de beraber fotoğraf çektirmiştik. O günlerde rahatsızlığı vardı ama durumu çok kötü değildi; fabrikasına gidip geliyordu, sağlık kontrollerini yaptırıyordu.

470

MehmetGUNER
28-Jan-2017, 14:23
seksen öncesiydi. sınırsız atı emek sermaye birikimi kendisinden kimsenin böyle birşey talep etmemesine rağmen gene dünyayı yeniden şekillendirmeye kalkışmıştı. her on senede bir olduğu gibi sistem gene kriz yaratmıştı ve benim kısaca salyalı kapitalist dediğim kimine göre vahşi kapitalizm, tam adı da sınırsız artı emek sermaye birikimi olan mutlak sömürü düzeni, içine sürüklendiği krizin hasarlarını çalışan kesimlere, yoksul halka yıkmak için bir dizi baskı ve şiddet içeren cendereyi halka dayamıştı.
ürettiğinden payına düşeni alamayan zaten zordaki emekçi kesim dahada zorlaşan yaşam şartları karşısında naçar kalıyordu. köylüler ve yoksullaşan halk yığınları başkalarının ayıplarının kendilerine fatura edilmesine öfkelenip yollara dökülmüştü. ülke geneline yayılan hak arayış mücadeleleri top yekün protestolara dönüşmesi uzun sürmedi. hak arayan insanlara karşı devleti koruma adında şiddet yasalarının, faşist baskıların ve bütün bunların yetmediği yerlerde militarist gücün acımasızca kullanıldığı günlerdi. artık ülkede kan, zulüm, işkence fütursuzca uygulamaya sokuldu.

anti kapitalist hareketin olmazsa olmazı aydın kesimi olan öğrenciler; protestonun, baş kaldırmanın, karşı koymanın, haklı direnişin liderliğini üstlendiler. okullar eğitimin yanında direniş merkezlerine, boykot hareketlerinin örgütlendiği alanlara döndü. altmış sekizlilerin başlatıp, şekillendirdiği. sınırlarını koyduğu anti kapitalist hareketin içine bi fiil daldı yetmiş sekizliler. nasıl dalmayacak?. kiminin abisi, kiminin babası, anası, ablası ya bir fabrika bahçesinde, ya bir tarlada yoksulluğa karşı direnirken baskı ve şiddete maruzdu.

direniş hareketleri yükseldikçe baskınında sertleştiği günlerde girmiştik ankara devlet mimarlığa.. maltepedeki eski adı yükseliş, yeni adı da gazi üniversitesi olan a.d.m.m. akademisine. artık maltepede kavganın gürültünün ortasında bizde vardık, onlarda..
okuldan tek çıkış olan sokak, maltepeye kadar dümdüz uzanırdı ve tamda koç yurdunun altındaki dükkandan bozma kulüp binası denmeyecek kadar küçük kulüp odasına doğru çıkardı. uzunca bir zaman alan yol boyunca hep bunları faaliyet halinde görürdük. çarık sağlamsa taksilerle, yok değilse yoldan çevirip pazarlık ettiklerini gördüğümüz cebeci emek dolmuşlarıyla maçlara veya antremanlara giderlerdi. üstleri başları çamur içerisinde döndüklerinde çıkarırdık bunları..
kavganın gürültünün ortasında gözümüze çarpardı bunların gidiş gelişleri. polis coplarından, dipçiklerden, panzerlerden kaçarken bahçelerine düşerdik bazen..
bizimki böyle başladı.. taraftarlık denmez ama o acılarla, zorluklarla yakınlaştığımız garip bi samimiyet..
onlarında yoktu la.. görüyoduk işte.. yokluğun birlikteliği, gardaşlık..

rahmetlinin gençlerbirliği başkanlığına seçilmesi de o yıllara rastlar. ortamın oluşmasının beklenmesini müteakiben yürürlüğe konulan faşist seksen darbesi sonrasında yeni dünya düzenine garkolup, okulu bitirme sürecinde gene beraberdik. kulübün yanındaki kahvelerde üniversite tavlası langırt falan oynardık. station dolmuşlarla antremana, maça gidip gelen bunları görürdük hala.. hatta anıttepedeki turnuvalarda sınıf arkadaşımız, şekersporlu ümit’in samimi arkadaşı gençlerbirliği sağbeki mehmet kızıltepe’yi sınıf takımda oynatırdık. rahmetlinin etkisini göstermeye başladığını, işlerin yoluna koyulmasıyla, para yüzü gördüklerini iyi biliriz.. çok sıkıntı çektiklerine şahidiz. hepsi gözümüzün önünde oldu. nasıl çamurdan çıkıp, avrupaya yol aldıklarını birebir gözlemledik.

bunlar bir gün bir otobüs almışlar. taksilerle dolmuşlarla gidip gelmekten, deplasman masraflarından kurtulmak için o zamanların gözde otobüsü 302’yi çekmişler kulübün önüne.. maltepede pırıl pırıl parlıyor kulübün renklerini taşıyan mübarek.. her tarafını süslemişler, oyuncular etrafında gezinip duruyorlar, kurbanlar kesiliyor, sevinç tavan yapmış..
la bi otobüse bu kadar sevinilir mi?. dedik ya yokluğun gözü kör olsun..

sayın ilhan cavcav böyle bir kulübü aldı avrupada adının hece hece ezberleneceği söylenen bir kulüp haline getirdi. bizi çocuğu gibi gördü. profesyonelce eğitim bile olsa başka ellere vermedi. hep üstümüze titredi. bizi dışarıdaki tehlikelerden yamyamlardan koruma uğruna ömrünü verdi..

hep iyi günleriyle anacağız..

Necdet Özkazancı
30-Jan-2017, 23:12
Habertürk gazetesinin Ankaralı spor yazarı Atilla Türker'in 29 Ocak 2017 günü yayınlanan yazısı: "İlhan Cavcav"

Link:

http://www.haberturk.com/yazarlar/atilla-turker/1371519-ilhan-cavcav

Ozan_Güler
10-Feb-2017, 12:04
Yaklaşık 10 yıl önceki bir genel kurul sırasında İlhan başkan kürsüde konuşmasını yaparken(e) ön sıralardan bir üyemiz başkana laf attı. Artık yaşlandığı ve bırakması gerektiği yönünde bir sataşmaydı bu. Doğal olarak başkan sinirlendi ve iki elini yumruk yapıp havaya kaldırarak tıklım tıklım dolu olan salona şöyle seslendi; " Bana hiç ölmeyecekmişim gibi geliyor, hayat güzel yaşamak ondan da güzel"